3 Ocak 2015 Cumartesi


Konumlandırma Teorisindeki Son Gelişmeler



Harré,Moghaddam, Cairnie, Rothbart,  ve Sabat, 

Harré,R., Moghaddam,F.M; Cairnie,T.P; Rothbart,D. ve Sabat,R.(2009) Recent Advances in Positioning Theory. Theory Psychology 2009 19: 5

Çeviri: Dilek Ergene, F. Yağmur Aslan ve Ebru Yılmaz



Özet. Konumlandırma teorisi, eylemlerin yönetiminde hak ve sorumlulukların rolüne dikkat çekerek, insanlar arası etkileşim psikolojisinde yeni bir boyut açmaktadır. İnsanlar konumlandırılırlar ya da kişisel atıfları temelinde, söylemsel ön konumlandırma süreci olarak gelişen hikâyeler içinde hareket edebilmek için kendilerini hak ve sorumlulukları kapsamında konumlandırırlar. Bu çalışmada; basit kişilerarası etkileşimlerden, karmaşık ancak sınırlı hukuki mücadele içeren toplumsal konumlandırmalara, savaşlardaki sivil ölümlerini meşrulaştırmak için kullanılan konumlandırma tekniklerinden, büyük ölçekli sosyal kuruluşların diğerleriyle olan ilişkilerinde kendilerini konumlandırdıkları örnek söylemlerin analizine kadar konumlandırma teorisinin bazı son uygulamaları sunulmuştur.

Anahtar Kelimeler: çatışma, söylem, ahlaki düzenler, konum, ön konumlandırma


Bir dizi psikolojik fenomenin herhangi bir bilimsel uygulaması sonuç olarak “Bunu neden yaptılar?”, “Neden öyle düşündü?”, “Neden öyle hissetti?” gibi sorulara, her bir soru için “bu şartlar altında” niteliğinde cevap vermeyi amaçlamalıdır. Konumlandırma psikolojisi sosyal eylemin bilişsel psikolojisine bir katkıdır. Bu teori insanların diğer insanlara karşı büründüğü rollerde görülen açık ve üstü kapalı muhakeme kalıplarının ortaya çıkmasıyla ilgilidir. Konumlandırma teorisi, sosyal davranışın, sosyal bir uyarana cevap olduğunda ısrar eden görüşün tam karşısında yer alır.  Konumlandırma teorisi çalışmaları, insanların özelikle “belirli bir an” ve “belirli bir durumdaki” davranışlarının ifade ettiği anlamı destekleyici bir araç olan bilişsel süreçlere atıfta bulunur. Bu süreçler, yöneldiğimiz davranışı açıklamaya hizmet etmektedir. Bilişsel psikoloji sadece nedenselliğin resmi kurallarıyla ilgili hipotezlere verilen cevapları değil, aynı zamanda insanların başkalarının davranışlarında fark ettiği anlamları ve kendi davranışlarına verdikleri anlamları da kapsamaktadır. Konumlandırma teorisi biliş süreçlerine daha önceden ihmal edilmiş bir boyut ekler. Bu boyutta genellikle inanç, hak ve sorumluluklardan oluşan uygulamalar şeklinde kendini gösteren yerel ahlaki alanlardaki kavram ve prensipler yer almaktadır. 
İnsan dünyasında, açıkça ifade edilen ve kültürün uygulamalarında zaten var olan ahlaki inançlar da dâhil olmak üzere, birçok yarı bağımsız ahlaki alan bulanmaktadır. Bunları bilişsel sosyal psikolojinin kapsamına dâhil etmek, sosyal psikologu insanların söylediği ve yaptığı şeylerin tarihsel/sosyal durumlarına katılmaya zorlar.
Konumlandırma teorisi aynı zamanda akademik psikolojideki durgunluğu bay-pass etmek için başvurulan çeşitli yöntemler arasında da görülebilir. Örneğin; bu yöntemlerden birin söylemsel psikolojideki önemli bir gelişmedir. Başka bir yöntem ise, sosyal, bilişsel, kişilik ve duygusal psikolojide yapılan evrensel genellemelerin “gerçekdışı” görünümüne çözüm bulma girişimleriyle uyuşmaktadır. Yerel bağlamın özelliklerine, özellikle normatif baskılara ve anlatılan hikaye çizgisindeki eylem fırsatlarına bakarsak, hem konuşma hem de uygulama için elverişli olan belirli pratiklerin mevcudiyetinin ve onlara ulaşılmasının yalnızca kişisel bireysel yeterlilik düzeyleri ile değil, yerel kültürde söylenen ve yapılanlarla bağlantılı şekilde hak ve sorumluluklara sahip olmakla belirlendiği açıkça görülmektedir. Hangi olay örgüsünün geliştiği karşılıklı olarak belirlenir. Bu eylemler genellikle diyaloglarda fark edilen, hikâye akışının temelidir ancak her zaman böyle olmak zorunda değildir. Diyalog formlarında analiz için kolaylıkla erişilebilirdirler. Bu nedenle öykü bilimi (narratology) konumlandırma teorisinin yakın bir müttefikidir. Konuşma hareketleri algılanınca üretime geçilir, ve bölümde alınacak roller de sırayla ve karşılıklı olarak belirlenir. Öykü analizi anlatılan hikâyede, kültürel olarak kabul gören hak ve sorumluluk örüntülerinin bir alternatif dilde ifade edilen normatif kısıtlamaları ortaya koyar.  
Konumlandırma teorisi ayrıca, yüz yüze dinamik etkileşimlerin analizinden ülkeler arasındaki etkileşimlerin gözler önüne serilmesine kadar geniş bir ölçekte doğal genişleme olanağı sunar. Her iki durumda da etkileşimlerin birincil ortamı söylemseldir. Ölçek aralıkları samimi konuşmalardan söylemsel kurumlara kadar değişir. Bu söylemsel kurumlar, medya tarafından haklar ve sorumluluklar çerçevesinde savaşa bile anlam kazandırır. 
Konumlandırma teorisindeki araştırma teknikleri ve fenomenlerin açıklamalarında sunulan teorik modellerin bazıları, fenomenlerin doğasına uygun şekilde özel olarak tasarlanmıştır. Bu fenomenler, anlamlar üzerindeki etkileşime dayanan psikolojik süreçlerin çoğunun temelidir. Bu programın uygulanmasıyla yara alan temel kavramların ilki ve en önemsi “neden”dir. A1 ve A2 şeklinde iki sosyal davranış arasındaki ardışık modelin açıklaması, nedenler olarak A1 davranışını, etkiler olarak da A2 davranışını ilişkilendiren nedensel yasalarda aranmaz. Daha ziyade eylemler arasında anlam ilişkileri bulunur. Eğer A1 birisi tarafından saldırganlık olarak düşünülürse, bu kişinin A2 davranışını sergilemesi bazı görgü kurallarına göre uygundur ve bu şekilde tepki vermek o kişinin hakkıdır.  Yani bu tepki bir kınama olarak anlam kazanır. Eğer kişi bir konu hakkında yanlış olduğuna inandığı popüler bir düşünceyle karşı karşıya kalırsa, kişinin büyük oranda uzlaşmasının sebebi toplum baskısı değil, bu eylemin uzlaşılabilir davranış normu ile uyumlu olmasıdır.
Uzlaşmanın nasıl ifade edildiğini açıklayan uzlaşmanın taşıdığı anlamdır ve bu uzlaşma, düşünmeden, otomatik olarak yapılan bir girişim değildir. Aksine uygulanıp uygulanamayacağı söz konusu kişinin seçimidir.
Konumlandırma teorisinin ve diğer alternatif psikolojilerin temeli, psikolojinin, öncelikli olarak “anlamları incelemesi” gerektiği prensibine dayanır. Bu prensip daha da ileri götürülebilir. Anlamların fiziki taşıyıcıları arasındaki ilişki, taşıyıcıların herhangi bir fiziksel özelliğiyle değil bu anlamlarla belirlenir. Nadiren, aynı fiziksel objenin farklı anlamlar taşıyabileceği söylenebilir ve aynı anlam farklı fiziksel objelerle taşınabilir.  Fiziksel objeler bir kültüre girme sırasında anlam taşıyıcı role sokulurlar. Bütün bunların ilki kişinin kendisidir. -Kendi doğumuna zıt ama bağımsız olmayan dinsel uygulamalar ve ilahiyat, semboller içindeki fiziki düşüncelerin anlamsal değişimini göstermektedir. En şaşırtıcı olan ise geleneksel Katolik dogmasında ve Protestan düşüncesinde ekmek ve şaraba verilen anlamdır. Uygulamaların içine gömük olan yerel anlamların önemsiz ancak çarpıcı bir örneği trafik akışı sağdan olan ülkelerde yol tabelalarında kilometre olarak gösterilen mesafenin, mesafeyi mil olarak ölçmeye alışmış birisi tarafından neredeyse otomatik olarak mile çevrilmesidir. Yazarlardan birisi, iki nokta arasındaki uzaklığı hesaplamak için kendini Amerikan yol mesafelerini 5/8 ile çarparken buldu.
Anlam ve anlamın yönetilmesi üzerindeki vurgu psikolojinin biliş, duygu, davranış, algı gibi kategoriler altında toplanan geleneksel alanlarının tümünü kapsamaktadır.  

Sosyal Psikoloji Olarak Konumlandırma Teorisinin Temel Psikolojik Tezleri 
Konumlandırma teorisi, kişilerarası etkileşimlerin birbiriyle ilişkili üç temel yönüyle ilgilenir.
  1. Hak ve sorumluluklar, belli davranışları değişik örüntülerde sergilerken karşı karşıya gelen insanlar arasında dağıtılır.  
  2. Bu örüntülerin kendisi, suçlamak ya da önerilen konumlandırmaya direnmek için kullanılan hak ve sorumluluklar olarak üst düzey konumlandırma eyleminin ürünüdür.  
  3. Bu eylemler hikâye çizgilerinin anlamlı parçalarıdır. Herhangi bir karşılaşma birden fazla hikâye çizgisi geliştirebilir ve aynı anda gelişen birden fazla hikâye çizgisini destekleyebilir.
  4. İnsanların davranışları sosyal eylemlerdir. Herhangi bir insan davranışının eyleyici gücünün yerel toplum tarafından yorumlanmış olması o gücün hikâye çizgisindeki yerini belirler ve bu belirleme iki tarafın onayıyla olur. Bir davranış bir ya da daha fazla anlam taşıyabilir.

Eğer hayatı çoklu ve birbiriyle bağlantılı eşzamanlı hikaye çizgileri olan bir öykü olarak ele alırsak, sözel davranışlar da dâhil olmak üzere, insanların gerçekleştirdiği davranışların önemi kısmen aktörlerin o anda ve oradaki konumlarıyla ölçülmektedir. Sosyal yaşamda bir yer edinmek için kişinin en azından bazı haklara sahip olması gerekir. Hangi hikaye çizgisinin benimseneceğine birlikte karar verilir. Dilini eylemi vardır. İnsanlar cevap vermek için karşılarındakini dinlerler ve o an alınacak konumlar sırayla ve karşılıklı olarak belirlenir. Bu konumlar, erişilebilir ve ilgili söylemsel araçları kullanmak için verilmiş, atfedilmiş, talep edilmiş veya varsayılan hak ve sorumluluklar tarafından oluşturulur.

Konumlandırma Teorisi ve Çatışma
Konumlandırma teorisi, içsel ilişi ve kişisel krizlerden,  (Sabat, 2001, 2008)  ulusal ve kültürel gerginlik ve uzlaşmalara kadar geniş bir yelpazedeki uzlaşma ve çatışmaların ortaya çıkmasının ve sürdürülmesinin ardındaki psikolojik koşulları araştırmak amacıyla ortaya atılmıştır. Bu alandaki güncel çalışmalar, olasılıkların sadece bir yönüne diğer bir değişle, çatışmaların nasıl şiddetlendiği, uzlaşmaların nasıl oluştuğu, bunları güçlendirmek veya zayıflatmak için neler gerektiği gibi konulara odaklanmak yerine, her seviyedeki çatışmanın çözümlemesine odaklanmıştır. (Moghaddam, Harre, Lee, 2008).
Çatışmalara yönelik psikolojik ve sosyolojik araştırmaların çok büyük bir çoğunluğu çatışmanın çözümüne yönelmiştir. Çatışmanın ortaya çıkması ve çözüme kavuşturulması için psikolojik ve sosyolojik koşullarların oluşması gibi bazı süreçlerin tamamlanmasıyla çatışma sona erer. Ancak bu konudaki kaynaklar hemen hemen hiç bilimsel ya da pratikte savunulabilir değildir.  Bir anlaşmazlık yaratmak ve onu sürdürebilmek de en az çözmek kadar önemlidir. Ahlak düzeyi yüksek gruba dâhil olan insanların sadece barış arayan insanlar olduğunu söylemek doğru değildir. Bazen üst seviyedeki ahlaki gruba dâhil insanlar en büyük anlaşmazlıkları çıkaranlardır.
Bu noktada karşı koymakta zorlanacağınız birkaç örnek vermek istiyoruz. Sahaya çıkmaya hazırlanırken, teknik direktör takımını diğer takıma karşı motive etmek için konuşma yapar. Yalnızca pozitif takım ruhu yetmez, rakibe karşı negatif bir tavır da almak gerekir. 
Ev sahibi takımın hocasının, “rakip oyuncular iyi çocuklara benziyor, sanırım kazanmayı hak ediyorlar” dediğini bir düşünün. 
Savaş ilan etmek için “Sadece savaş” demek yetmez. Bir çatışma durumu yaratılmalı ve yaratılan bu çatışma sürdürülmelidir. Hikâye hep aynıdır. İyi olan kazansın. Tabi ki bu politik arenada gerekli olan bir gerçektir. Kaybedenler, kazanan olabilme olasılığına karşı, neden kaybettiklerine dair ahlaki duruşlarından başka nedenler bulmak zorundadırlar. Diğerlerinin içinde popüler olan bir hikaye çizgisi olarak ihanet 
Konumlandırma teoristleri ilgi alanlarının bu kısmını ihmal etmemelidir. Mükemmel bir vakada, her iki tarafın başrol oyuncusu tarafından anlatılan hikâyeler tutarlılık gösterir. Yıllardır süren Müslüman-Hıristiyan çatışmasının yeni versiyonunda W. Bush’la Usame bin Ladin, El Kaide ve Amerikan yönetimi hakkında neredeyse paralel görüşler açıklarlardı (Harré, 2000).
Bilişsel psikoloji konu olarak bir insanın neler yapabileceğini çalışır. Davranışçılar farklı uyaranların etkisi altında insanların neler yapabilecekleriyle ilgili bilgi topladılar. Konumlandırma teorisi doğruluk standartlarına karşı; insanların içinde yaşadıkları, düşündükleri, hissettikleri, hareket ettikleri ve algıladıkları normatif çerçeveyi aydınlatmaya çalışır. Kısaca konumlandırma teorisi insanın neleri “yapabileceğini ve yapamayacağını” inceler. Hak ve sorumluluklar, insanların belli bir anda söyleyip yapacaklarını belirleyen normatif varsayımları oluşturan kavramlar demetinin kodlardır.
Konumlar, kişisel etkileşimin akışı içinde hak ve sorumlulukların nasıl dağıtılacağına dair inanç kümeleridir ve doğal olarak görülen uygulamalar bu inançların somut olarak  kabul edilmesinden doğar. Konumların kaynağı bir grup insanın günlük uygulamaları değildir. Konumlandırma analisti, bir etkileşime, bir normun tarifine içkinmiş gibi görünen konumları gösterir. 
“Konumlar” yerel ahlaki manzaranın özellikleridir. İnsanlar konumlara yerleştirilirler konumları kazanırlar,  ya da gerçek ya da hayali kişisel özelliklerine dayanan önceki örtük ya da açık “rasyonel” konumlandırma eylemlerinde değişiklikler yaparak konumları ele geçirirler. Sonuç olumlu ya da olumsuz olabilir, bir hak talebinin desteklenmesi veya inkâr edilmesi olabilir, bir görevin istenmesi ve reddedilmesi olabilir.
 Bu ahlaki manzara; birilerini fark etmek ya da önemsememek, görev vermek, övmek gibi pratiklerden oluşur. Analistler olarak bizler, birilerinin elde etmek istediği konumları bu pratiklerden çekip çıkarırız.
Konumların nasıl hayata geçirileceği yerel aynı zamanda anlık ve geçicidir. Bu, konumlandırma teorisinin temelidir. Her konumlandırmaya açıkça ya da dolaylı olarak meydan okunabilir. Konumlandırmadaki değişiklikler insanların eylemlerinin anlamını değiştirir. Çünkü konumlandırma ile ilgili inançlar kısmen eylemlerin eyleyici gücünü belirler. Dolayısıyla; eylemlerin anlamlarındaki değişiklikler bir konuşmada ortaya konan hikaye çizgisini onarabilir bazen de tamamıyla değiştirebilir. Genellikle şeyler dağılıp parçalanmaz ve bu nedenle üyelerin bir hikâye repertuvarına sahip olması gerekir.
Konumlandırma bir etkileşim sürecinde ortaya çıkar. Kasıtlı ya da kasıtsız olabilir, varsayıma dayanabilir ya da doğal olarak karşılanabilir. Papa seçimi gibi törensel olabilir; bir CEO’nun atanması ya da gibi piknikte iş bölümü yapılması gibi kişisel özelliklere göre yapabilir; bir kişiyi başkan adaylığına seçmek için oy kullanma geçmişine ya da aile içinde kedinin kaçmasına kimin neden olduğuna dair karşılıklı suçlamaların sonucuna bakmak gibi. İnsanlar konumlandırma eylemlerinde bulunurlar ve böylece belirli şekillerde konumlandırılır ya da konumlandırılmayı isterler. Konumlandırılış biçimleri insanlara hak/sorumlulukları olan konumlar sağlar. 

Ön konumlandırma: Söylemsel Bir Uygulama Olarak Konumlandırma Süreci
Ön konumlandırma söylemi; bazen yeteneklere, karakter özelliklerine, biyografik gerçeklere yönelik meşrulaştırıcı atıflardan ve hangi konumlandırmanın ilerleme potansiyeli olduğuna dair varsayımlardan oluşan listeler yapmayı içerir. Ön konumlandırma olumlu ya da olumsuz olabilir, tıpkı birinin hak ve sorumluluklarını geri almak için yapılan bir konumlandırma eylemi gibi: “…..  yapmaya hakkınız yok” ya da “….  sizin göreviniz değil.
En güçlü yükleyici şemalar genellikle örtük/açık uygulamalara gömük varsayımlara dayanır. Sorumluluk yüklemelerini kolaylaştıracak güç, yetenek ya da statü düzeylerini belirleyen yerel ve idiyografik açık/örtük uygulamalar vardır.  Hassasiyetler, yetersizlikler, sosyal eksiklikler hakları, sorumluluk yüklemelerini ve talepleri sırayla destekler.  
İyilik hali görevlerle paraleldir. Hastalıklar özel bakım ve tedavi gerektirirken, sağlıksız olma durumu, açıkça tariflenmemiş bir hayır işi kapsamındaki sorumlulukları desteklemek için kullanılabilir.
Sosyal psikolojiyle olan bağ, Jerome Bruner’ın anlamların yönetimi araştırmasında yaşanmış hikayelerin karmaşık örüntüleri içindeki ardışık akışları inceleyerek yaptığı gibi son zamanlarda “karşıt politik görüşlü” liderlerin üzerinde durdukları konularda görülür. 
Konumlandırma farklı türden söylemsel akışların özelliği olarak başarılır ve kelimeler, işaretler, jestler ve bunun gibi araçların kullanıldığı farklı sunuş biçimlerinde örtük olarak yer alır.

Konumlandırma Konumlandırmaları
Gerçek konumlar hak ve görev gruplarını içerir.  Bir konumda bazen içsel çatışmalar vardır; bu ikinci sıra bir konumlanmaya sebep olabilir. Bir “görev” konuşmasında “Bunun doğru olduğunu iddia etme hakkınız yoktur” denmesi gibi.  Görev ve haklar arasında kültürel farklılıklar oluşabilir, laik bir toplumda aşırı tutucuların bulunması gibi. Şimdi, bir konumun tasdik edici etsini kabul etmekten çekinen Austin’in (ve Thomas Hobbes’un) örneğini izleyecek ve onaylayıcı olarak görülmeyen bir konumu farklı şekillerde sunacağız. 
Bir konum “onaylayıcı” olarak kabul edilmeyebilir, uydurulmuş ya da hayali olarak görülebilir. Sorumluluk söz konusu olduğunda birinin bir görevi orada ve o anda uydurduğu söylenebilir. Bu, sabır ve durumsal değişiklik taleplerinin yüklenmiş görev bağlamında karşılanması anlamına gelir. Bir görev geçici olarak birini üstüne kalabilir. Konumlar geçicidir ancak görevler devamlılık arz etmelidir. 
Başka bir durum da, bir kişinin bir görevinin olduğunu iddia etmesidir. Bir görev iddia eden kişiden başka biri tarafından kabul edilmediğinde, iddia sahibi bilerek o görevin varlığı konusunda ısrar ediyorsa, bu iddia dürüst değildir. 
Bir görev genel olarak kabul görmüyorsa bu görevin hayali olduğu söylenebilir. Bu görev kişinin kendine karşı olsa bile. Hiç kimse bir başkasını, kendi bedenine eziyet etme sorumluluğuna sahip biri olarak konumlandıramaz. Bununla beraber biri kendini bu hakka sahip olarak konumlandırabilir: “Bunlar benim tırnaklarım. İstersem yerim.” 
Sağlıkla ilgili sosyal psikolojik değerlendirmelerde, konu ile ilgili bir kurum ya da kişi tarafından verilen iyi bir tavsiye ile bu tavsiyeleri görmezden gelen kişinin günlük uygulamaları arasında bir çatışma gözlenebilir. Kendimi özerk bir aktör olarak konumlandırdığımda, vücuduma istediğim gibi davranma hakkım olduğunu iddia edebilirim.
Bazı konumlandırmaların sosyal dünyamızdan kaybolduğu ve yenilerinin ortaya çıktığı inkar edilemez bir gerçektir. Hak ve sorumlulukları yasalarda belirtildiği gibi anlamlandırmayız. Bu hak ve sorumluluklar konumlandırma teorisinin alanı dışındadır ve yasalar tarafından uzun süre geçerli olacak şekilde belirlenmişlerdir. Bir fetvayı, imansız birini öldürmek için onay olarak kabul etmek konumlandırma eylemi değildir. 
Brutus’ün kendini ya da gözden düşmüş bir başka Romalıyı öldürmeyi bir görev olarak değerlendirmesi de konumlandırma olarak kabul edilemez. Ancak, Sezar “sen de mi Brutus” dediğinde, Sezar Brutus’ü konumlandırmıştır. Tıpkı ünlü konuşmacı Marc Antony’nin güçlü konumlandırmasında olduğu gibi: “Ben Sezar’ı gömmeye geldim, övmeye değil” ve daha sonra, “Sezar şerefli bir adamdır” diyerek suikastçıyı ironik bir şekilde konumlandırmaya devam etmiştir.
Güncelliğini kaybetmiş konumlandırmalar onaylayıcı değildir, “hiçkimse artık ……. olmasını beklemez”. Aynı şekilde yeni ortaya çıkmış konumlandırmalar, her ne kadar olabileceğine dair ipucumuz olsa da  henüz onaylayıcı olmayabilir.

Konumlandırma Teorisi ve Narotoloji  (anlatıbilim; öykübilim)

Bir anlatının baskın olan hikaye-çizgisinin ne olduğu, hak ve vazifelerin yerel olarak tayin edilmesiyle belirlenebilir. Konumlandırırken, bir kişinin konuşması ve davranışlarının edim-gücüne o veya bu anlam verilir ve bu nedenle bir hikayede o veya bu rol oynanır ve muhtemelen belirsiz hikaye çizgileri de muğlaklıktan arındırılır. 
Senin ne olduğun, bir ölçüde karşılıklı konuşmalarda hem kişisel hem sosyal olarak aldığın roller tarafından oluşturulur. Ve birinin kısmen nasıl konumlandırıldığı hangi hak ve sorumluluklara sahip olduğuna göre değişir.
“zemin”in kullanışlı kavramı, konumlandırma teorisine oturur. Bununla birlikte yukarıdaki analiz açısından kişinin kullandığı üçüncü sıra alış konumlandırmasıdır. İlk sıra alma durumunun, konumlandırma için aday bir durumun konumlandırma öncesi konuyla ilgili olarak oluştuğu söylenebilir. İkinci sıra alış durumları ise; açık veya örtük bir şekilde bilinen  bir konumun alınmasıyla olur. Son olarak, “bir zeminde” üçüncü sıra alışla; bir konuşmaya, oyuna, duruşmaya, başka birinin özel ilişkilerine tartışmasız şekilde katılabilme hakkına sahip olunur. Birisi zeminle dinlenir. Konuşma edimlerinin iletişimci gücü fark edilir ve kasıtsız olsa bile. 2. Henry yardımcılarından dördünü Thomas a Becket’i öldürme göreviyle konumlandırarak “Beni bu gürültücü rahipten kim kurtaracak” diye sordu. 
Narotolojistler, Erving Goffman’ın yazılarından (1986) alınmış güçlü bir kavram olan “çerçeveyi” kullanırlar. “Çerçeve” hikaye çizgisi türlerinden bahsetmek için kullanılır- örneğin; belirli hikaye çizgileri için geniş bir çerçeve olarak kullanılabilecek olan tıbbi çerçeve gibi. Çerçeve önemlidir çünkü kişinin, eşzamanlı hikaye çizgilerinin tutarlılık veya tutarsızlıklarını görmesine ve ortaya çıkabilecek çelişkileri tahmin etmesine izin verir.
Örneğin; tıbbi bir çerçevede doğruluğu tartışılan bir hikaye çizgisi yasal bir çerçeveye kaydırılabilir bu, çerçeveyi kırmadır. Ya da tıbbi bir hikaye çizgisi çerçeveyi kırmaksızın başka birine kayabilir. 

Ölçek
Son günlerdeki konumlandırma teorisi çalışmalarında (Moghaddam ve diğerleri, 2008) konumlandırma analizinin konularından olan karşılaşma ölçeği iki yöne doğru genişlemektedir. Uluslar, TV ve radyo, gazete makaleleri aracılığıyla diğerini konumlandırabilir; dini gruplar, kurumlar ve üniversiteler bile. spectrum (birbiriyle ilişkili düşünceler) sonunda tersine dönerek aynı zamanda konumlandırma teorisi terimlerinde tekil bireyin düşünce akışını ve kendi kendini idare etme eylemlerini çalışmayı anlamlı kılmaya yaklaşır. Örneğin dindar biri, eylemleri ile ilgili olarak vicdan muhasebesi yapmayı görev edinebilir- bu kişinin yaşadığı çerçeveye rağmen bile bir konumlandırmanın anlamı kendine değil Tanrıya saygıdır. 
Şimdi, karmaşık sosyal olayların altında yatan psikolojik süreçleri anlamak için bir araç olarak konumlandırma teorisinin ne kadar yararlı olduğunu göstereceğiz. 
                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                   
Konumlandırma Teorisi Uygulamaları
Konumlandırma Analizinin Yakın İnsan İlişkilerini Başlatmak ve Dönüştürmek İçin Kullanılması
 İlk olarak, Bayan V. demans tanısı alan kocasının davranış şekliyle baş etmede oldukça zorlukla karşılaştı, kocasının ve kendisinin hayatını kolaylaştırmak için hiçbir şey yapamayacağını hissetti. Kendisini sadece ev işleri yapmakla değil, daha temelde durumun kendisinin ya da en azından üzücü kişisel sonuçlarının üstesinden gelmekle görevlendirdi. Tanının konulmasından itibaren “hatırlamıyor” diyerek kocasının evde yaptığı işleri de üstlendi. Kocası onun tanıdığı adam değildi, artık o unutan adamdı. Ona çok az yardım edebildiğini ve kendisinin de sonuç olarak üzgün olduğunu belirtti. Böylece; Bayan V kendini tamamen negatif bir şekilde konumlandırdı. Kendini ön konumlandırmada bilgisiz ve çaresiz, durumun gerektirdiği sorumlulukları yerine getirmede yetersiz görüyordu. Günlük yaşamıyla başa çıkmada yetersiz hissediyordu. Evlendiği gibi olmayan bir adamla evli olduğunu hissediyordu. Bu yönde geleneksel bir evlilikte eş olma konumunun varsayımı dağılıyordu. Kendine saygı hislerinin azalmasına şaşmamalı.
Bu boylamsal vaka çalışması, ön konumlandırma edimleri aracılığıyla Bayan V’nin kendini ve kocasını yeniden nasıl konumlandırdığını incelemektedir- ev hayatı uygulamalarında yeni bir ahlaki düzenin nasıl oluşturulduğunu vurgulayarak. Bu edimler kocasının öznel yaşantılarını ve kocasının kalan sosyal ve bilişsel yeteneklerinden yararlanarak onunla etkileşim kurmanın etkili yollarını öğrenmeyi ve kocasının yerleşmiş atıflarını hesaba katmayı içerir. Kocasını bakım evine yerleştirmesine rağmen, Bayan V kendini pozitif olarak konumlandırabiliyordu. Kocasıyla etkileşimi gelişmişti ve onunla konuşabiliyordu, bakım evinde demans tanılı diğer insanların hayatlarına da  pozitiflik eklemişti, dolayısıyla kendilik değeri artmıştı. Yeniden konumlandırmada bir zamanlar kendisi için güç olan görevlerin ödülünü almaya başlamıştı ve hakların istenmesi bir kez daha uygun görülüyordu. 
Yeniden konumlandırmaya bir örnek; Bayan V’nin kocasının öznel yaşantıları hakkında, evde her zaman kendisinin yaptığı şeyleri yapmaya dair azalan yetenekleri nedeniyle güvensiz saymasıyla ilişkili olduğunu öğrenmesiyle gelişir. Güvensizliği yerindeydi ve haklı olduğunu hissediyordu. İlk olarak, Bayan V kocasının endişelerinin temelini anlamadı çünkü ilişkilerini onun bakış açısından görmüyordu. Ona göre, kocasının öyle hissetmesi için “mantıklı sebep yoktu” bundan dolayı onun dikkatini kocasının bakış açısına çekmek önemliydi. Bayan V ve bizden biri (Steven R. Sabat/SRS) arasında geçen aşağıdaki konuşma bu sürecin başlangıcını ve kocanın yeniden konumlandırılmasının gerekliliğini gösteriyor. 

      BAYAN V : Dün gece kocamın yatmak için hazırlanması için ona eşlik ettim ve onu bıraktığımda gece boyu uyumaya hazır olduğunu hissettim. Bu yüzden bilgisayarı kontrol etmek için aşağı indim. Kısa bir süre sonra merdivenlerden “o buradaydı” diyen bir ses duydum. Sorumun üzerine o; bir adamı misafir edip etmediğimi kontrol ettiğini söyledi. Gerçekten bir ses duyduğunu ve neler olduğunu kontrol ettiğini söyledi. Bu iki veya üç defadır oldu ama aylardır değil. Aynı zamanda yorgun olduğumu bildiğini ve yatakta olmadığım için endişelendiği ve bir adamla olduğumdan emin olduğunu söyledi. Ona neden akşamın 8’inde yatmadığımı açıkladım ve aynı zamanda ona bir ilişkim olduğunu düşündüğü için hayal kırıklığına uğradığımı söyledim. Onun neden eksik hissettiğini ve güvensiz olduğunu anladım. Ama bizim evliliğimizde güvensiz olmamalıydı. Sanırım onun muhakeme gücünden daha fazlasını bekliyorum. Onunla bu gece konuştum ve o özür diledi ama bu tekrarlanmayacağı anlamına gelmiyor. Ona iyi geceler dediğimde “hayatımızın bu hale geleceğini hiç düşünmediğini biliyorum” dedi. Steve, benim kocam yorulmayan, acı duymayan güçlü biriydi, onu hiç böyle hayal etmezdim.  Fakat hayatın ne getireceğini bilemeyiz. Ne kadar süreyle bakabileceğimi merak ediyorum. 

Bu konuşmanın gidişatında kocanın aldığı pozisyonlardaki kısa süreli kayışa dikkat edin. Önce karısının sadakatini sorgulama hakkı, ardından özür dileme sorumluluğu, bu sahip olduğu haktan vazgeçmektir. 
SRS : Kocanın,  bir ilişkin olduğunu düşünmesi nedeniyle hayal kırıklığına uğramış olman hakkındaki yorumun samimi ve dürüsttü. Kocanın şu anda neler yaşadığını anlamak için mantıksal bir bakış yetmez.  Zor zamanlar geçirdiğinin kendisi de açıkça farkında. Aynı zamanda senin dünyan hakkında da düşünüyor, seni içtenlikle seviyor ve sana inanıyor (karısına aşık olan her erkek gibi) sen dünyadaki en harika, en güzel kadınsın. Ve herhangi bir erkeğin seni onun gördüğü gibi göreceğine açıkça inanıyor.

Burada SRS psikolojik bir hipotez önerir: bu hipotez doğruysa kocaya, Othello’nun yarı mantıklı konumunu almak için bir zemin sunacaktır. 

SRS : Resmin diğer kısmına bakarsak; kocan her zaman olduğu adam gibi hissetmemenin sonucu olarak korkmuş, güvensiz ve alt üst olmuş olabilir. Sen bir enerji küpüsün ve o çabucak yoruluyor. Senin zihnin saatte 75 mil hızla onunki 40’la gidiyor, bunlar onun bakış açısı. İnsanlar kendileri hakkında güvensiz hissettiklerinde mantıklı düşünmezler. Duygusal bir durumdayken de mantıklı düşünmeyiz. Senin bakış açından mantıklı düşünmek: “ne olursa olsun, o evliliğimizde güvensiz olmamalıydı”. Mantıksal olarak haklısın. Ama mantık burada duyguya göre arka sırada kalıyor, genelde olduğu gibi. Bu geçmişte olduğu kadar onunla mutlu olamayabileceğin anlamına gelir. 

Onun dün gece olanlar için bu akşam özür dilemesi şu anlama gelir:
  1. Dün gece olanlar için sağlam bir hafızası var (her şeyi unutmasına bakarsak)
  2. Olanları değerlendirme yeteneğine sahip ve açıkçası olanların nedeni onun adına iyi bir şey değildi ve
  3. Kocan yaptıkları için uygun olan üzüntüyü ifade etme yeteneğine sahip. Bir anlık ölüm kaygısı yaşadı ve kaygıya karşı çıkan mantığı kör oldu.
     
1–3 çok karmaşık beyin işleyişini gerektirir ve hepimizin başarabileceği 2 ve 3’tür. Hatalı olduğuna itiraf eden ve özür dileyen  kaç kişi tanıyorsun  ya da  hiç böyle birini tanıdın mı?

Burada SRS Bayan V’ye kocasını, gizlice gözetlemeden kontrol etme hakkı olan ve özür dileme sorumluluğu bulunan bir eş olarak yeniden konumlandırmasını kolaylaştıracak bir dizi gözlem sunar.

SRS : O, “beraber yaşadığımız hayatın bu hale geleceğini hiç düşünmezdin” derken açıkça benim yukarıda dediklerimi söylüyordu. Sizin beraber yaşadığınız hayatın geldiği “bu” hal nedir? Onun bakış açısından düşün. İnsanlar çılgın gibi mutlu oldukları zaman böyle şeyler söylemezler. Kocan seni hayal kırıklığına uğrattığını düşünüyor olabilir.  Evliliğiniz süresince zihninde kendini senin kahramanın olarak görmüştü,  yaptıkları ve olduğu kişi yüzünden senin kahramanındı. Şimdi kendini senin için yük olarak görüyor ve kahramanlar asla kimseye yük olmazlar değil mi? O her türlü güvenceye ihtiyaç duyuyor olabilir. Onun bu ihtiyacını karşılamak çok da zor olmaz değil mi? Sen, 58 yıl önce başka kimseyle değil onunla hayat sürmek istediğini dürüstçe söylemiştin ve hala bu şekilde hissediyorsun. 

SRS şimdi yeniden konumlandırmanın odağında Bayan V’ye geri döner. Son değişimde o Bayan V’yi yeni pozisyonunu teşkil eden görevler konusunda yeniden konumlandırmak için konumlandırma öncesindeki gibi yarı olgusal materyal sağlar. Bu sadece bir tanı değil ama bir konumlandırma davranışı çünkü söz konusu olan hak ve görevlerin durumsal kapsamı ve nasıl dağılacağıdır.

BAYAN V: Gerçekten akıllısınız. Kesinlikle haklısınız. O benim çok çekici olduğumu ve başka birinin de beni isteyebileceğini düşünüyor, fakat bu hiç gerçekçi değil. Onu gerçekten anlamayı denedim. Ama o denemedi. Buna dayanarak onun kıskançlığı anlayabiliyorum (ilüzyonları göz önüne alındığında bu şekilde hissetmesi haklı oluyor). Bununla birlikte asla başka bir adama ilgi göstermedim.
Başka erkeklere karşı sıcak ve sevecen olabilirim ama sadece şakadan, o da bunu anlamış görünüyordu. Ona günde en az üç kere onu ne kadar çok sevdiğimi ve onsuz bir hayatı düşünemediğimi söylüyorum. Aynı zamanda ona ne kadar yakışıklı bir adam olduğunu hatırlatıyorum. O yine de halen eksiklik yaşıyor ve daha fazlasını istiyor.

Evet, o bana yük olduğunu hissediyor. Defalarca söyledi. Böyle düşünmediğimi, bana yük olmadığını söyledim. O bütün yaptıklarımın farkında. Denedim ve ona bana yardım etmesini sağlayacak işler verdim. Artık bu konuda yapabileceğim bir şey yok. 

SRS : Başka bir adamın da seni isteyebileceği hissi hakkında “gerçekçi değil” derken ona “gerçeği” anlatmayı denedin, buradan geri dönmeliyiz ve biraz incelemeyiz. Seni başkalarının da isteyebileceği onun için gerçek. Bu onun hissettikleri, inandıkları ve onun için doğru. Dışarıda seni Trader Joe’s de gören ve ağzının suyunun akan seninle irtibata geçmek isteyen erkekler var ya da yok, önemli olan bu değil. Senin “gerçeklik” olarak gördüğün her şey mantığına dayalıdır. Bay V’nin “gerçeklik” olarak gördüğü her şey onun sana olan aşkına dayalıdır. 

Onun sana yük olduğunu hissetmesi için senin ona yük olduğunu söylemen gerekmez. Bir zamanlar kendi başına yaptığı şeyleri artık onun için sen yapıyorsun. Bu nedenle de sinirli (ve olmak için hakkı var-sadece kendisi için).

Bu örnekte odak Bayan V’den Bay V’ye kayar ve ön konumlandırma edimlerine geri dönülür.  Bununla birlikte sonuç olarak, Bayan V’nin düşünce ve inançlarında fazla bir değişim olmadı. Bayan V ve SRS arasındaki konuşmanın önemi sadece konumlandırma teorisi terimleri bağlamında görülür; bu hak ve görevlerin kapsam ve içeriğinin yeniden dağılımı olarak, çiftin tatmin edici olmayan hayatı için işleyen çerçeveyi zora sokmaktadır. Yeniden konumlandırma bunu değiştirir. Bu nasıl sonuçlanacak henüz tam olarak bilmiyoruz.

Küçük Ölçekli bir Politik Tartışmanın Konumlandırma Analizi
Konumlandırma eylemi iki aşamalı bir süreçtir. İlk aşamada konumlandırılan ya da kendini konumlandıran kişinin karakteri ve/veya gücü (iktidarı) ortaya konur. Bu ortaya koyuş ön konumlandırma eylemin temelidir. Hak ve sorumluluklar bu temele göre dağıtılır, geri alınır, artırılır ya da azaltılır. Bazen ilk aşamada tariflenen karaktere yönelik bilinen ya da var sayılan yüklemeler doğaldır.  Bazen de “karakter çalışması” yapıldığı açıktır. Aşağıdaki çalışmada karakterin sorunu açıktır ve diyaloğun büyük bir kısmı karakter yüklemelerinin oluşturması ve bu atıflara direnilmesi üzerinedir. Bu çalışma 1940’ların ortaları ile 1950’lerin sonları arasında Amerikan Aleyhtarı Faaliyetler Komitesi (House Un-American Activites Committee) tarafından yönetilen duruşmalarda bulunan tanınmış oyuncuların konuşma edimleri ve hikaye çizgilerine odaklanmaktadır. 
İlk ön “konumlandırma teşebbüsleri” ünlü oyun yazarı Arthur Miller’ın komite tarafından “Dostça olmayan tanık” olarak önceden konumlandırılması ile başlamıştır. Bu karakter yüklemesi, yazarın yıkıcı olarak değerlendirilen eylemlere katılan kişilerin isimlerini vermeyi reddetmesi nedeniyle yapılmıştı. Tiyatro ve film yönetmeni Edword Dmytryk ile film yönetmeni Elia Kazan da komite tarafından aynı nedenle “Dostça olmayan tanık” olarak daha başlangıçta konumlandırılmıştı. Diğerlerinin isimlerini açıklamaya karar verdiklerinde ise yine aynı komite tarafından “Dost tanıklar” olarak yeniden konumlandırılırken diğer “Dostça olmayan tanıklar”  tarafından ise “Hainler” şeklinde konumlandırılmışlardı. Kendilerine verilen hak ve sorumluluklar ne olursa olsun bu insanlar, yapılan ön konumlandırmalara yüklenen eylemlere dayanılarak tanık gösterilmişlerdi. 
Komite duruşmaları; daha büyük bir olayı gözler önüne seren bir dizi faaliyetin bir parçası olarak tanımlanabilir (Goffman, 1986). Daha büyük olay olan “Kızıl Korku” (Red Scare- Sovyetler Birliği korkusu), yoruma açık bir dizi etkinlik tanımı yarattı. Bu olayın merkezinde Amerika ile eski müttefiki Sovyetler Birliği arasındaki ilişkinin değişmesi bulunmaktaydı. Hükümet, Komünizmin yayılmasını ve Sovyetlerin genişlemesini önlemek için komünist tehlikesi temalı söylemini abartmaya başladı. Başkan Truman, Amerikan halkını “silahlı azınlıklar ya da dış baskılar tarafından yürütülen boyun eğdirme teşebbüslerine direnen özgür insanlara destek vermeye” çağırdı (Schrecker, 1998, p.158).
Bu ortamda aynı zamanda sağ görüşlü muhafazakarların, politik kontrolü, sol görüşlü liberallerden alma çabaları da ortaya çıktı. Senatör Eugene McCarty’inin liderliğinde sürdürülen bu politik savaş, iddia makamının “Amerikan Aleyhtarı” olarak tanımlanan eylemlere katılanlara yönelik sindirme teşebbüslerini ve tehditlerini içeriyordu. 
Bu yeni Amerikan retoriği iç ve dış politikaların değişmesi ile birleştirilerek bir Sovyet işgali korkusu körüklendi ve McCartizmin yükselmesi için kültürel koşullar yaratıldı. Olası bir Sovyet işgali söylemi, Komite duruşmaları için bir sahne kurarken belirsiz bir şekilde tanımlanan hak, sorumluluk ve zorunlulukları içeren uygun konumlar oluşturdu.




pastedGraphic_2.png


Şekil 1’de Komite, Amerikalıları Komünizmin istilasından korunmaya hakları olan kişiler, kendisini ise vatandaşlarını Amerika’yı parçalamakla tehdit eden bu düşmandan korumakla görevli baş koruyucu olarak konumlandırdı.  Bu görev Komiteye, eylemlerinden hesap sormak için vatandaşları mahkemeye çağırma hakkı verdi. Vatandaşlar ise daha ileri bir konumlandırmaya maruz kaldı ve eylemlerinin hesabını vermek üzere Komitenin çağrısına uymakla görevlendirildi.

Stripling: Mr. Dmytryk, Tiyatro Yönetmenleri Birliğinin bir üyesi misiniz?
 Dmytryk: Mr.Sipling, öyle hissediyorum ki bu tür sorular .. için tasarlanmış 
Başkan: Bir dakika. Hislerinizi anlatmak için burada bulunmuyorsunuz. Sorulara cevap vermek için buradasınız (Bentley, 2002, p.166).






pastedGraphic_3.pngpastedGraphic_4.png 




pastedGraphic_5.pngpastedGraphic_6.png

Şekil 2’de Komite tarafından yapılan sorumluluk konumlandırmasını reddeden vatandaşlar “Dostça olmayan Tanıklar” olarak tanınmaktadır. Dostça olmayan tanıklar ikinci-sıra bir konumlandırma yaparak kendilerini Komite tarafından başkalarının eylemlerini ihbar etmek için çağrıldıklarında “Hayır” deme sorumluluğunda olan vatandaşlar olarak tanımlanmışlardır. Bu tanıklar; vicdanlarıyla baş başa kalma hakkına sahip vatandaşlar olarak daha ileri bir şekilde konumlandırılmışlardır. Bu ikinci sıra konumlandırma ile vatandaş Komite’nin ilk sıra konumunun meşrutiyetini reddetmiş oluyordu. Dostça olmayan tanıklar Komite’nin yaptığı konumlandırmayı reddetmekle kalmayıp karşı bir konumlandırma yaparak Komite’yi Amerikan Aleyhtarı faaliyetlere karışan olarak sunmuştur.

Stripling: Şu anda Komünist Parti üyesi misiniz? Ya da hiç bu partiye üye oldunuz mu?
Dmytryk: Sanırım burada anayasal hakları ilgilendiren bir soru söz konusu. Anayasa, Mr. Stripling’in cevaplanmasını istediği bir tarzda cevaplanan bir soru sormaz. Hangi organizasyona üye olduğum, ne düşündüğüm ve ne söylediğim bu Komite tarafından sorgulanamaz (Bentley, 2002, p.168).

Harre ve Davis’e göre (1990), özne konumlarının daha çok kişilerarası seviyede işlediği düşünülebilir. Sosyal etkileşim sırasında örtük şekilde belirli bir kişi olarak konumlandırılabiliniz. Ancak bize verilen kimlikleri, dil becerilerimizi kullanarak reddetme gücüne de sahibiz (Burr, 2002).  Bununla birlikte Dmytryk, Komitenin kendisini bir “Komünist” olarak konumlandırmasını reddetme girişiminde başarısız olmuştu.
Stripling: Komünist Partiye üye olup olmadığınıza dair soruya cevap vermediniz. 
Dmytryk: Sormaya hakkınız olmadığını düşündüğümü söyleyerek cevap verdim.
Stripling: Sayın Başkan tanığın diğer tanıklarla aynı yolu izlediği açıkçı görülüyor. 
Başkan:          Tanık inebilir               (Bentley, 2002, p.168).

Miller, kişinin önceki eylemlerini temel alarak oluşturulan varsayıma dayalı “Komünist” kategorisini reddetme konusunda daha başarılıydı. Bir vatandaşın kendi eylemlerinden ötürü sorgulanabileceğini kabul eden Miller, diğerlerinin eylemlerinden sorumlu tutulmayı ise reddetmişti. Miller konuşmasında iddialar (gerçekler) ile varsayımlar (fikirler) arasındaki ayrıma dikkat çekmişti:

Miler: Sayın Başkan, bu sorunun ardındaki felsefeyi anlıyor ve sizin de beni anlamanızı istiyorum. Komünistleri ya da Komünist Partiyi korumadığımı (italikler eklenmiştir) anlamanızı istiyorum. Ben kendilik duygumu korumaya çalışıyorum ve koruyacağım. Başka bir insanın ismini kullanamam (italikler eklenmiştir) ve onun başını belaya sokamam. Görebildiğim kadarıyla bu kişiler yazarlar, şairler. Bir yazarın hayatı bazen göründüğünden daha zordur. Hiç kimse için bunu daha da zorlaştırmam. Sizden bana bu soru sormamanızı istiyorum. Size kendimle ilgili olarak bildiğim her şeyi anlatacağım (italikler eklenmiştir). 
Arens: Sayın Başkan, tanığı bu toplantılarda kimi gördüğü sorusuna cevap vermeye zorlamanızı saygılarımla rica ediyorum (italikler eklenmiştir).
Başkan: Tanığa soruya cevap vermesi söylendi ve kendisi bize kabul etmediğimiz bir cevap verdi [italikler eklenmiştir]. 
(Bentley, 2002, pp.820-822).


Miller’in dili kullanımı, sürmekte olan bir etkileşimin içinde bulunan aktörler olarak diğerleri ile olan ilişkilerin inşasında ve bu inşanın desteklenmesinde yeni bir seçenek yarattı. Bazı Komite üyeleri Dmytryk ile yürüttükleri konuşmada delil olarak gösterilen önceden var edilen dünyayı kabul etmediler, daha çok bu dünyayı Miller ile birlikte aktif olarak inşaa ettiler (Hare ve Moghaddam, 2003). İlişkiler değişirken hikaye çizgileri genişletildi ve Miller düşüncelerinde, konuşma edimlerinde, hak ve sorumluluklarında daha az kısıtlandı. Miller Birleşik Devletleri Amerika Aleyhtarı aktivitelere karışmakla suçlamak için hikaye çizgisini genişletti.
Miler: Smith Davası [italikler eklenmiştir], anladığım kadarıyla… yandaşlığın cezalandırılması ile ilgili, inanç ya da fikir yandaşlığı…. Eğer yandaşlığın kendisi bir suç olursa (italikler eklenmiştir) ya da aleni olmayan eylemler cezalandırılabilirse edebiyatın ortasında…[italikler eklenmiştir … Smith Davası], edebiyata uygulanabilir … Savunma hakkımız; Sovyetler Birliği ve Nazi Almanyası’nda yaşayan ve savunma hakkı bulunmayan insanlar gibi elimizden alınmadan edebiyatın özgürlüğü ile bir tutulamaz [italikler eklenmiştir]. 
(Bentley, 2002, pp.806-807).


Şekil 3’te, Komitenin ilk sıra konumlandırmasını başta reddedip ancak daha sonra, diğerlerinin isimlerini ve katıldıkları eylemleri açıklayarak bu konumlandırmayı kabul eden   “Hainler” bulunmaktadır. Dostça olmayan tanıklara göre bu vatandaşlar “Hayır!” deme ve Komitenin meşru olduğu iddia edilen eylemlerine hep birlikte karşı durma sorumluluklarına ihanet etmişlerdir. Hainler, kendilerini hayatlarını koruma sorumluluğuna sahip kişiler olarak tanımlayarak ikinci sıra konumlandırmalarını yapmışlardır. Aynı vatandaşlar, Komite tarafından konumlandırıldıkları şekilde sorumluluklarını yerine getirip itirafta bulundukları andan itibaren aynı Komite tarafından “Dost Tanıklar” olarak yeniden konumlandırılmışlardır. Hainler/Dost Tanıklar; aile fertlerini ve diğerlerini, hayatlarını korumak için yaptıkları eylemleri desteklemeye çağırarak onları karşı konumlandırmaya tabi tutmuşlar; ahlaki yükümlülüklerini yerine getirdikleri için de Amerikan Devletine yara alan kimliklerini onarma sorumluluğu yükleyerek devleti yeniden konumlandırmışlardır. 






pastedGraphic_7.png


pastedGraphic_8.png





Kazan: Amerikan Aleyhtarı Eylemler Komitesine en iyi arkadaşlarımın dehşetine neden olacak şekilde dost tanık sıfatı ile ifade verdim. Bunu yaparken bazı eski dostlarımın onaylamayan bakışlarına rağmen kendimi zorladım [italikler eklenmiştir]. Göründüğü kadar üzücü olan bu davranış bana taşıyabileceğim bir kimlik verdi [italikler eklenmiştir]. 
(Kazan, 1988, pp.382-383, 134). 

Hainler/Dost Tanıkların saygın kimliklerini geri kazanmaları için Komite tanıklara yeni sorumluluk yükledi. Sadece başkalarının isimleri ve katıldıkları eylemleri vermekle sınırlı olmayan bu sorumluluk aynı zamanda Komünizm ve işbirliğine yanaşmayan tanıklar aleyhine bir kamu açıklaması yapmayı içeriyordu. Yapılan bu açıklama ile Hainler/Dost Tanıkların kirlenen “iyi” isimleri temizlendi. Hıristiyanlar günah çıkarma ritüeli nedeniyle bu prosedüre aşinadır: itiraf ve günahların affı. Böylece ruh başlangıçtaki saflığına geri döner. 
Dmytryk’a cevabı: Film Endüstrisi Konseyinin Bir Amerikalı’nın Komünist Parti’nin sensörlerine yakalanmadan çalışması için cesaret, arzu ve zaman [italikler eklenmiştir] gerekir. Bir de yardım. Fakat burada bir çıkış yolu var [italikler eklenmiştir]. Bu yolu arayan Komünist Parti üyelerine sesleniyoruz: Siz de yeniden özgür insanlar olabilirsiniz [italikler eklenmiştir]. (Bentley, 2002, p.406).

Komite, duruşmalarda resmi konuşma repertuvarlarını kullandı ve oturumlar bir tören havasında geçti. Komite huzuruna çıkma çağrısı alan her vatandaş, bu çağrının ne anlama geldiğini biliyordu. Bir vatandaşı Komite huzurunda ifade vermeye çağırmak daha büyük bir topluluk tarafından da açıkça anlaşılıyordu. Bu eylemin sosyal anlamı çok güçlüydü, sırf ifade vermeye çağrılma ihtimali olduğu söylentisi nedeniyle birçok kişi işini kaybetmişti.

Jackson: Komitenin yönelttiği tüm sorulara cevap vermeyi reddeden bu tanıkların Amerika’nın ideallerine olan bağlılık ya da inançları hakkında ne düşünüyorsunuz? [italikler eklenmiştir]
Dmytryk: İfade vermeyi reddettiğim anda, Amerika’da bunu duyan herkesin beni bir Komünist olarak gördüğünü biliyordum. [italikler eklenmiştir].
Jackson: Sizce bu mantıksız bir varsayım mı [italikler eklenmiştir] ?
Dmytryk: Ben kendim [italikler eklenmiştir] de aynı varsayımda bulunuyorum. 
Jackson: Ben de (Bentley, 2002, p.400).

McCarthyism basitleşip güçlenirken insanlar bu konu hakkında birbirleriyle konuşabiliyorlardı. Bu konuşmaların artması McCarthyism’in bir gerçeğe dönüşmesine ve somutlaşmasına yardım etti. Belirli faaliyetlere katılan kişiler Kızıl Korku döneminde genellikle “Komünist” olarak kategorize edildi.
Edwards ve Potter (2000) bir açıklamanın gerçekçi ve dışsal gözükmesi için nasıl inşa edildiğine ya da bir açıklamanın belirli bir amaca ulaşmak için nasıl tasarlandığına bakmanın önemini vurgulamaktadır. 
Kızıl Dönem, Sovyet etkisinin yayılmasını engelleme ve Batı Avrupa’ya ekonomik yardımda bulunmak için destek alma teşebbüsünün bir parçası olarak Yönetim tarafından abartılmıştır. McCarthizm sağ görüşlü muhafazakârları iktidara taşımak için tasarlanmıştır. Birleştirilen bu iki amaç Komite duruşmaları sırasında konumlandırma üçgenlerini kuran aktörler aracılığıyla etkileşim dönemini başlatmıştır. 
Komite Mahkemeleri gibi dönemler politik sürecin temel unsurlarından biridir. Bürokrasi ile birlikte böyle dönemler daha büyük politik süreçlerde hükümetin vatandaşların hayatlarına müdahale etme yöntemleridir. Amerika Aleyhtarı Faaliyetler Komitesinin yürüttüğü mahkemeler, sosyo psikolojik dinamiklerin harekete geçirilmesinde konumlandırma eylemlerinin rolünü göstermiştir.  

Büyük Ölçekli Çarpışmalarda Sivil Kayıp Öykülerinin Konumlandırma Analizi
20. yüzyılda ulus devletler arasındaki savaşlarda verilen sivil kayıplarında önemli bir artış gözlendi. Tabii ki askeri yetkililer bu kayıpları “savaşın gerçekleri” diyerek meşrulaştırdılar ve konumlandırma teorisi terimleri ile “çarpışmanın” hak ve sorumlulukları olarak sundular. Savaşın gerçekleri ifadesi sayesinde sivillerin ölümü, askeri operasyonların kaçınılmaz ve bir dereceye kadar kabul edilebilir kasıtlı olmayan “yan ürünleri” olarak açıklanır. Ve zamanla sivillerin acıları sonsuza kadar -geçmişte, günümüzde ve gelecekte- savaşın doğal sonucu olarak yerleşti. Hiçbir profesyonel eğitim, asil niyet ya da insancıl hayal çatışmanın “gerçekleri”ni değiştiremez. Bazı generaller savaşı doğal afetlere benzetir: Hiç kimse bir afetin masum insanlar üzerindeki etkilerini engelleyemez. General William Sherman Union birliklerinin Georgia halkına karşı uyguladığı sert eylemleri- Atlanta’nın yanışını ve burada yaşayanların şehri boşaltmaya zorlanmasını- mazur göstermek için savaşın gerçeklerinden yararlandı. “savaş cehennemdir” temasını yeniden canlandıran General “ şimşek fırtınasına ne kadar itiraz edebilirseniz savaşın bu korkunç zorluklarına da o kadar itiraz edebilirsiniz” dedi (Carr’dan alıntı, 2002, p.153). 
Askeri yetkililerin savaşın “gerçekleri” söylemini destekleyen önvarsayımlar (gramer), değişik alanlarda incelenebilir. Bu önvarsayımlar; savaş dönemlerinde askeri güçlerin savaşmayanlara yönelik davranışları ve yaptıkları radikal yeniden konumlandırmalara dayanan uluslararası kanunlarla belirlenen savaşanlar ve savaşmayanlar arasındaki kritik ilişkinin, ahlaki/politik zorunlulukların üzerine kurulur.
Bu kurulumun sonuçları şunlardır:
  1. Komutanlar için savaş alanı, bir tehdit manzarasını temsil eder ve böyle bir manzara savaşın gerçeklerinden biridir. Bir manzara sadece gayrimenkulün bir parçası, yollar, binalar ya da bir toprak parçası değildir. Daha çok sosyal karşılaşma alanıdır. Manzarayı oluşturan parçalar toprağın üzerinde durmaz, toprağa gömüktür, toprak parçasının sakinleri arasındaki ilişkilerle doludur. İnsanların etkileşime girdiği, birbirleriyle karşılaştıkları, yaşadıkları ve birbirlerinden ayrıldıkları bir mekandır. Her manzaranın içinde yaşayan doğal ve yapay parçaların hareket örüntülerini temsil eden bir şekli vardır. İkamet etme örüntüleri (hem doğal hem de yapay parçaların) manzaranın şeklini belirler.
Bir tehdit manzarası savaş makinalarını durduran, engelleyen ya da geri çekilmeye zorlayan güçleri içerir. Bir tehdit manzarasının 3 bileşeni vardır: tehlike bölgeleri, transformasyon araçları ve arazi. Çarpışma sırasında siviller tehdit manzarası tarafından nasıl konumlandırılır? Çatışmadaki bir askere göre bir sivil kontrollü öldürme aracıdır ve tehdit manzarasının bir bileşeni olarak değerlendirilir. “Sivil özneler” savaş makinaları için engeldir. Bireysel düşünce ve tutumları olan siviller manüple edilecek öznelerden farklı olarak askeri teçhizatın verimli çalışmasının önündeki bir tehlike olarak düşünülür. Bir savaş bölgesinde sivillerin her davranışı makinaların çalışmasına potansiyel bir engel olarak değerlendirilir. İnsan varlığının her zerresi, yardımcı değeri/değersizliğine göre nitelendirilir. Siviller itilip çekilebilir, taşınıp toplanabilir, yer değiştirilebilir ve muhtemelen de yok edilebilir. Siviller aynı zamanda pasif, kırılgan, irrasyonel ve içine kapalıdır. Kendi kaderlerine yön verme, rasyonel karar verme ya da planlama yeteneğinden yoksundurlar. Sivil nesneler duyguların, psikolojik durumların ve tahmin edilebilir davranışların içine sıkışmış atomlardır. Bu yüklemelerin her biri,  hem sivillerin hem de askerlerin karşılıklı hak ve sorumluluklarıyla yeniden konumlandırılması için bir ön konumlandırmadır. Burada toplu ve karmaşık bir konumlandırma örüntüsü söz konusudur.
  1. Askeri liderler “savaşın gerçekleri” açıklamalarına dayanarak çatışma sırasında gerçekleşen sivil ölümlerinin hesabının verilmesinde askeri kuralların önemini bastırma eğilimindedirler. Bu kurallar; sivilleri kontrol eden, onların hareketlerini düzenleyen ve davranışlarını öngören yöntemleri içerir. Tabii ki bu kurallar sivillerin korunması için taammüden öldürmeyi, işkenceyi ve insanlık dışı muameleyi yasaklar.
Askeri Hukuk Müşavirliği Merkezi ve Okulu (Judge Advocate General's Legal Center and School) tarafından yayınlanan Operasyonel Hukuk Rehberi’ne göre 
ROE; [Rules of engagement- savaş kuralları] ulusal hava, kara ve deniz kuvvetlerinin hangi durumlarda düşman kuvvetlerle çarpışmaya gireceğini/devam edeceğini ve bu çarpışmalara dair sınırlamaları belirlemek için yetkili askeri merci tarafından yayınlamış direktiflerdir. Ulusal Komuta Merkezi (National Command Authority) ve kurmay komutanlar; geçerli siyasi ve askeri politika, ulusal ve uluslararası hukuk bağlamında silahlı gücün kullanımını düzenler (Berger, Grimes,& Jensen, 2004, p.24).

  Konumlandırma sistemini destekleyen böyle kurallar- düşman savaşçı, müttefik savaşçı ve savaşmayan siviller olmak üzere- bir üçlü üzerine sabitlenmiştir. Örneğin Vietnam Savaşı sırasında Amerikan askeri kuvvetleri tarafından uygulanan savaş kurallarını ele alalım. Bu kurallarla askerler sivilleri durmaya ya da yürümeye, konuşmaya ya da sesiz olmaya, bir arada toplanmaya ya da birbirlerinden ayrılmaya zorladılar. Bu tür eylemler sivil kırılganlıklarının başlangıcı oldu ve Amerikan askerlerinin yazdığı mektuplarda ilginç bir şekilde aktarıldı. Mektuplardan birinde bir asker My Lai katliamını kendi görüşleri ile diğerlerinin görüşlerini karşılaştırarak analiz eder. Mektubun yazarı My Lai’de sivillerin toplu olarak katledilmesini meşrulaştırma gereği duymaksızın, bu mezalimi askeri eğitim bilgisi, Vietnamdaki savaş ortamı “tedbirli olmak ölü olmaktan iyidir" kuralının rasyonalizasyonu üzerinden açıklar (Helmer, 1974, pp. 422-423).
  1. ROE’nin sivil ölümlerinin merkezinde yer aldığı Irak savaşında açıkça görüldü. Geçmiş uygulamaların rahatsız edici bir tekrarı olarak, silahsız Iraklıların Amerikan güçleri tarafından öldürülmeleri gayri resmi bir şekilde genellikle “tedbirli olmak ölü olmaktan iyidir" politikasıyla rasyonalize edildi. Sivillerle karşılaşmaların büyük bir çoğunluğu askerler tarafından tehdit olarak algılandı. Savaş alanında müttefik askerler koşma, yürüme ve hatta oturma eylemlerini ölümcül bir tehlike olarak değerlendirdi. Kasım 2003’ten itibaren bir yıl Irak’ta görev yapan Çavuş Bobby Yen “Olanlar basit bir nevs-i müdafaydı. Ben öleceğime onlar ölsün” derken, Van Engelend “Çatışmanın ilk kuralı kıçını korumaktı” ifadesini kullandı. “Birisi bana ters bir bakış attığında can güvenliğimin tehlikeye düştüğünü iddia edebilirdim”(Hedges & Al-Arian, 2007, p.24). Bu uygulamanın en kötü tarafı sivillerin öldükten sonra düşman olarak adlandırılmalarıydı. Sivillerin yaşadığı alanlarda gerçekleşen çatışmalardaki korkunç ironi, kendilerine karşı yapılan eylemlerden sonra sivillerin statülerinin “zararlı/şüpheli/tehlikeli” olarak teyit edilmesidir.
4- Irak ve Vietnam savaşlarında incelenen olaylarda bir tehdit manzarasında, sivillerin nasıl fiilen vatansızlaştığını ve politik anormaller olarak değerlendirildiklerini görebiliriz. Mülteciler gibi hak ve sorumlulukları en aza indirilir. Bu şekilde farksızlaştırılır ve nesneleştirilirler. Siyasi statüleri radikal şekilde belirsizdir. Ne düşman ne müttefik, ne dostturlar. Siyasi ve ahlaki haklara sahip olmak için haklarından mahrum edilirler. Tehdit manzarasında yaşayan sivillerin siyasal temsil yetkisi feshedilir. Kaderleri, istilacı güçlerin elindedir. Acı çeken çocuk ve kadınlarla yüz yüze gelen en insancıl askerler için bile siviller, siyasal statüleri olmayan biyolojik insanlara indirgenirler. Hayatlarının uzaması, hareket özgürlükleri ve konuşma hakları işgalci güçler tarafından alınan askeri kararlara bağlıdır. Bir şehir tehdit manzarası olarak kategorize edildiğinde orada yaşayan insanların özerklikleri ve siyasal temsiliyet yetkileri otomatik olarak geri alınır.  Politik fetihin etkilerini görürler;  geçtiğimiz çağda sömürgecilerin yaptığı gibi ırkçı aşağılanmalara maruz kalırlar. Tüm hakları- sivil, siyasal ve insan- sömürgecilerin stratejilerine uyacak şekilde bir kenara itilir. Masumlar, iş, yemek, kıyafet ve bazı durumlarda yaşamları için kendilerinden daha üstün olanlara yalvarmak zorunda kalabilirler, insaniyet göstermeleri için onlara yalvarmaları gerekir. Ve onları koruyacak olan insani talepler eski moda, tuhaf ya da tehlikeli olarak nitelendirilir. Bu büyük ölçekli katliamların rasyonalize edilmesi, sivillerin yetkisizleştirilmesi uygulamalarının sonraki adımıdır. 
Örtük askeri inançlar ve uygulamalardan oluşan konumlarla, Savaş Kurallarındaki örtük konumlar arasındaki boşluğu doldurmak için uygulanan bu süreç, konumlandırma teorisinin nasıl kullanıldığını açıklamaktadır. “Bunu nasıl yapabildiler?” Kendilerini siviller üzerinde hem hak ve hem de sorumluluk sahibi kişiler olarak konumlandılar. Kendilerini bu şekilde konumlandırmaları sivil halkın hak ve sorumluluklarını en aza indirdi.  

Konumlandırma Analizinin İçsel (Intrapersonel) ve Gruplararası Düzeye Genişletilmesi
Konumlandırma teorisi, verili bir içerik kapsamında gerçekleşen dinamik kişiler arası ilişkileri araştırmak için bir araç olarak geliştirilmişti (Holloway, 1984). O günden beri bu teoriyi içsel ve gruplar arası düzeye genişleten pek çok çalışma bulunmaktadır.



İçsel Konumlandırma
Tan ve Moghaddam (1995) tarafından “ 1- Konumlandırma kavramını içsel düzeye taşımak 2- Konumlandırma uygulamalarının nasıl kültüre gömük olduğuna dikkat çekerek konumlandırma tartışmasının kapsamını genişletmek için tasarlanmış bir keşif” (p.338). Analizin odağında bir kişinin, anlattığı kişisel hikayelerinde kendini bilerek ya da bilmeyerek nasıl konumlandırdıkları yer alıyordu. Kişisel anlatımlar, tıpkı sadece kendisinin okuması için günlük tutan bir kişininki gibi resmi olabileceği gibi,  kendine “Kendini çok aptal bir duruma soktun”  ya da “ Başarabilirsin, bunu yapabilirsin” diyen bir kişinin yaptığı gibi teklifsiz ve spontan olabilir.  
Vigotsky’nin yaklaşımına göre kişisel söylem, toplumsal söylemden doğar ve onun tarafından yapılandırılır. Sonuç olarak kişisel söylemin yapısı ve anlamı, kültürel bağlamın içinde, kişinin yaşadığı daha büyük bir normatif sistemdeki ilişkilerde aranmalıdır. Örneğin İran İslam Cumhuriyeti’nde halkın günlük yaşamlarının dinsel söylem tekelinde gerçekleşmesi İngiliz toplumunda ise insanların günlük konuşmalarında dinsel söylemin göreli az olması, Iran’daki kişisel söylemlerin (“Allah’ın izniyle yapabilirim”), İngiltere’dekilerden (“Yeterince çalışırsam, başarabilirim”) daha çok dini referans içerdiği anlamına gelir. Farklı topluluklarda yaşayan grupların söylemleri arasında aynı zamanda belli benzerlikler de vardır. Tan ve Moghaddam (1995) bir çalışmada İslami Sufizm ile Amerikan transandantalizmini karşılaştırdıkları bir çalışmada, her iki grubun kişisel söyleminde; gerçek, sade, ideal benliği keşfetmek için  “bedeninden sıyrılma” ifadesinin varlığını bulgulamıştır. 
Harre ve Moghaddam (2008), içsel çatışmaya odaklanarak refleksif konumlandırmayı genişletmiştir. Bilinç ve tutku arasındaki mücadele, kendini konumlandırmanın bireye yüklediği sorumluluklar kapsamında açıklanabilir.
Gruplararası Konumlandırma
Konumlandırma hem bireylerin hem de grupların söylemsel olarak üretilmesini içerir. Bazı çalışmalar gruplar arasındaki konumlandırmanın nasıl yapıldığını anlamaya odaklanmıştır. Tan ve Moghaddam (1999) Sheriff’in Oklahoma’da bir yaz kampında 12 yaşındaki erkek çocuklarla yaptığı klasikleşmiş Robbers’ın Mağarası deneyini yeniden analiz etti. Geleneksel deneyin temel aşamalarındaki nedensel açıklamaları, öykü analizi ile değiştirdiler. Bu analiz çocuklar tarafından benimsenen hikaye çizgilerini değiştirerek ulaşılan üst hedefleri açıklamanın, grup formasyonundan grup içi çatışmaya ve grup içi uyuma nasıl kayıldığını gösterdi.  
Çocuklar; “biz ... cesur … dürüst … iyi … onları yeneriz” ve “onlar … korkaklar … hilekarlar … iğrençler …  onlar zavallı” olarak kategorize edilen çatışmalı bir durumdan, kamplarına yiyecek getiren bir kamyonu hareket ettirmek için işbirliği yapmak zorunda kaldıklarında “biz kamyonları yeneriz!” diye bağırdıkları bir duruma geçtiler. “Size karşı biz”den “X’e karşı hepimiz”e dönüşen bu birleşim “kim bizden”, “ kim düşman” tanımının yeniden yapılmasıyla ilgilidir. 
Ancak Moghaddam ve Gingsburg’un (2003) patent hakları ile ilgili bir çalışmada gösterdiği gibi bazı olaylarda çatışmalı grupların hikâyesi birleşmez. “Batının kaşifi” (Western explorer) perspektifinden anlatılan bir hikayede, cesur bir Amerikalı bilim adamı Ekvatorda hastalıkları iyileştirici etkisi olan yeni bir bitki türü keşfeder ve bu bitkiyi ümtesine getirir. Amerikan Marka ve Patent Enstitüsü bu bitkiyi “kaşif” adıyla tescil eder ve böylece bitkinin ticari kullanımına yönelik kurallar belirlenmiş olur. Ancak bu hikayenin bir de Güney Amerika yerlileri perspektifinden anlatılan versiyonu vardır. Alternatif hikayeye göre Ayahuasca adındaki bu bitki, uzun yıllardır yerli halk tarafından tıbbi ve dini amaçlar için kullanılmaktadır ve yabancı biri tarafından çalınarak sahiplenilmiştir. Söz konusu bitkinin Amerika adına tescillenmesi, atalarının parasız olarak yararlandığı bu bitkiyi kullanmak için yerli halkın para ödemeleri anlamına gelir. Neyse ki bu olayda yerli halkın öyküsü galip gelir ve daha önce tescil edilen “cesur” Amerikan kaşifi patenti iptal edilir. Bu zafer, artan uluslararası bilinç ve Amerikan mahkemeleri arasındaki ihtilafın sonucudur. Burada mahkemenin kendisi konumlandırma mercii olarak hak ve sorumlulukları taraflar arasında yeniden dağıtmıştır.
Bazı çatışmalı durumlarda esas sorun diyaloğun sürdürülmesidir. İnsanlar konuştuğu sürece çatışmayı çözecek fırsatlar bulunabilir. Moghaddam, Hanley ve Harre’nin (2003) tarafından gerçekleştirilen bir çalışmada bu konuya örnek olarak verilebilir. Yazarlar bu çalışmada 1971-1976 yılları arasında Dr. Henry Kissinger’ın (Amerika’nın Ulusal Güvenlikten Sorumlu Başkan Yardımcısı ve daha sonra Amerikan Dışişleri Bakanı) Mao Zedong (Çin Halk Cumhuriyeti Komünist Parti Başkanı) ve Leonid I Brejnev (Sovyetler Birliği Komünist Parti Merkezi Komite Genel Sekreteri) ila yaptığı konuşmaları analiz etmişlerdir. İncelenen konuşmaların tarihi arka planında Vietnam Savaşı ve Soğuk Savaş bulunmaktadır. 
Ayrı toplantılarda Mao ve Brejnev’i “arkadaş”, kendisini de “dürüst” ve “samimi” olarak konumlandıran Kissenger, diyaloğun “yakın arkadaşlar arasında” şeklinde sürmesini sağlamaya çalışmıştır. “dürüst arkadaşlar” Mao ve Brejnev arasında geçen konuşmalar temasının kabul görmesi, sürecin işlemesine ve diyaloğun sürmesine yardımcı olmuştur. 
Gruplararası uyumu korumanın başka bir yolu da kişinin kendisini ya da grubunu diğer gruplarla rekabet içinde olmayan şeklinde konumlandırmasıdır. Lee, Lessem ve Moghaddam (2008) iki çalışmada aynı “farklılaştırma” stratejisini ve çok farklı iki bağlamda açık alanları bulma girişimlerini araştırmıştır. Washington DC, Amerika’da yürütülen ilk çalışmada katılımcılar, yüksek ve düşük statüdeki rakipleri ile saygın bir yaz stajı için mücadele ettiler. Yüksek statüdeki rakiplerle yapılan mücadelede katılımcılar doğrudan rekabet etmekten kaçınarak “farklılıkları”nı ve özel yeteneklerini ön plana getirdiler. Düşük statüdeki rakiplerle yapılan mücadelede ise katılımcılar doğrudan rekabeti tercih ederek “farklı” olmak yerine  ”daha iyi” olmayı vurguladılar. Güzellik yarışmalarının çok rağbet gördüğü, kozmetik ve estetik cerrahi endüstrilerinin çok güçlü olduğu Caracas, Venezüella’daki fakir kadınların güzellik ve güzelleştirme hakkında nasıl konuştuklarını ortaya koydu. Güzelleşmek için para harcama konusunda zengin hemcinsleri ile rekabet edemeyen bu kadınlar günlük konuşmalarında “iyilik” ve “iç güzelliği” kavramlarına vurgu yaparak kendilerini farklılaştırdılar ve açık alanlar buldular.

Konumlandırmada Gereğinden Fazla Sorumluluk ve Haklar

Konumlandırma araştırmaları başlangıçtan beri hak ve sorumluluklarla ilgilenmiştir. Ancak son iki çalışmada (Moghaddam ve Kavulich, 2007, 2008) odak daha çok ahlaki zorunluluğun daha belirli bir türlerine kaymıştır. Bunlardan ilki, birey ve grupların mecbur olmadıkları ancak yerine getirdiklerinde takdir edildikleri zorunlu olmayan sorumluluklardır. Örneğin John, bir kadının hızla akmakta olan bir nehre düştüğünü görür. Fakat John’u nehre atlayıp kadını kurtarmaya zorlayan bir kanun yoktur. Yine de nehre atlayıp kadını kurtardığında cesaretinden dolayı kendisine madalya verilir. İkincisi, birey ve grupların sahip olduğu ancak kullanmamayı tercih ettiklerinde ödüllendirildikleri zorunlu olmayan haklardır. Örneğin, bir gazete editörü rakiplerine haber atlatarak ölmekte olan bir politikacının metresi ve gayri meşru çocukları hakkındaki bir haberi yayınlanma hakkına sahiptir, ancak bunu yapmanın politikacının ailesine acı vereceğini düşünerek bu haktan feragat eder.
1 Eylül - 29 Kasım 2004 ve 1 Ocak – 9 Mayıs 2006 tarihleri arasında Farsça ve İngilizce yayınlanan gazetelerde çıkan hikayeleri inceleyen Moghaddam ve Kavulich (2007, 2008), zorunlu olmayan hak ve sorumlulukların İran İslam Cumhuriyeti, Avrupa Birliği ve Amerika’da yapılan “nükleer güç sorunu” ile ilgili konumlandırmaların kalbinde nasıl yer aldığını göstermiştir. Bu araştırma aynı zamanda değişim ve istikrarsızlık dönemlerinde azınlık guplarının (daha az güç ve kaynağa sahip olanlar) hakları vurguladıkların, çoğunluk gruplarının (daha çok güç ve kaynağın keyfini sürenler) ise önceliği sorumluluklara verdiklerine işaret etmektedir. Iran kendisinin ve tüm ulusların nükleer enerji geliştirme konusundaki haklarını ön plana çıkarırken Amerika, “İran’ın nükleer enerji geliştirme hakkı”nı zorunlu olmayan hak olarak yeniden yorumlamış ve İran’ın bu haktan vazgeçmesi gerektiğini iddia etmiştir. Amerika’nın hikayesinde İran güvenilmezdir, artık “milletler camiasının dışındadır” ve bu camianın üyelerinin sahip olduğu bazı haklarını kaybetmiştir. İran’ın hikayesi ise Amerika’yı “Uluslararası hukukun dışında” bir ülke olarak konumlandırırken İran’ın uluslararası topluluğun isteklerini dile getirdiğini ileri sürmüştür.   

Özet
Konumlandırma teorisi üzerindeki bu çalışma önceki çalışmaların dinamik etkileşimlerin politik faaliyetler konumlandırma analizinin ortak konusudur. Aynı zamanda konumlandırma eylemlerinin zeminleri de yeni bir araştırma odağı olmuştur. İnsanlar söz konusu olduğunda 

suçlama, reddetme, varsayımda bulunma gibi psikolojik süreçlerle ilgili olan yükleme ve tarihsel arka planlar nelerdir? İktidara gelmek için yürütülen siyasi kampanyalar önemli bir sosyal olgudur ve adayların kendilerini, yüksek ahlaki değerlere sahip olduklarını iddia etmelerine zemin hazırlayacak şekilde ön konumlandırma biçimleri, gelecekteki çalışmaların araştırma alanı olacaktır. Konumlandırma teorisinin rehberliğinde yapılan araştırmalardaki son eğilimleri, ön konumlandırmaya yönelik dikkatin önemli bir yenilik olduğunu, yeni alanlar açarak ya da mevcut olanları daraltarak sosyal psikoloji araştırmalarında kullanılan araçların zenginleştirildiğini örneklerle gösterdik.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.