2 Ocak 2015 Cuma

SÖYLEM ANALİZİ ARAŞTIRMASINI DEĞERLENDİRMEK VE UYGULAMAK
Stephanie Taylor

S. Taylor(2001) Evaluating and Applying Discourse Analytic Research. M.Wetherell; S.Taylor ve S.Yates (Eds.) Discourse As Data: A Guide For Analysis. Ss:311-330. London: Sage Publication in association with Open University Press.

Çeviren: Umut Şah

Kitabın ilk bölümü, bir sosyal araştırma biçimi olarak söylem analizine genel bir bakışla araştırma projesi yürütmek için bir rehber veriyordu. İkinci ve Yedinci Bölümler arasında, altı akademisyen bu geniş kapsamlı alandaki bazı olasılıkları göstererek, kendi söylem analizi araştırmalarının ayrıntılı açıklamalarını sundular. Kitabın son bölümüne, İkinciden Yedinciye kadar olan bölümleri, Birinci Bölüme kısaca atıfta bulunup gözden geçirerek, ele alınan çalışmaları özetleyerek başlayacağım. Akabinde söylem analizi araştırmasının iki ilave ve önemli yönünü tartışacağım: araştırmanın niteliğinin belirlenmesi veya değerlendirilmesi ve olası uygulamaları. 

1. ALTI ÖRNEK PROJE
Bu kısımda İkinci ve Yedinci Bölümler arasında sunulan farklı söylem analizi örneklerini, Birinci Bölümde tartışılmış bazı yönlere geri dönerek karşılaştıracağım. Yani her proje için disiplinsel alanı, konuyu ve dikkate alınan araştırma sorularını betimleyeceğim; analize yaklaşım; kullanılan verinin doğası ve analistin incelediği kalıplar; analistin rolü ve göze çarpan diğer özellikler. 
İkinci Bölümde, Robin Wooffitt, muhtemelen belirgin bir teori ve veri analiz alanı olarak en iyi şekilde saptanan söylem analizi biçimini, konuşma analizini (KA) takdim ediyor. En meşhur fikir babası sosyolog Harvey Sacks’dir. Wooffitt Sacks’ın ana fikirlerini sunuyor ve araştırmalarının bir kısmını anlatıyor. Sonra Wooffitt, medyumların dili üzerindeki araştırma projesinin taslağını çiziyor. Verisi, parapsikoloji uygulayanlar ile danışanlar arasındaki konuşmaların, KA için alışılagelen ayrıntılı yazı dökümlü ses kayıtlardır. 
Wooffitt’in analizi konuşmacılar arasındaki dizisel etkileşimdir. Ardaşık oluşa itibar etmeksizin bir konuşma parçasında (bir veya daha fazla konuşmacıyla) düzenlilikler bulabilen bazı diğer analizlerin (aşağıya bakınız) aksine, konuşanların birbirleri ile konuşma tarzlarında kalıplar arar. Wooffitt’in tanımladığı kalıplar normatiftir, yani konuşmadaki düzenlilikler kaçınılmaz değildir ama beklenilir. Örneğin bu, bir çocuğun soru-cevap ardaşıklığının tamamlandığına dair farkındalığını gösteren İkinci Bölümdeki 2. Alıntıda gösterilmektedir. Kalıplar, konuşmacılarca paylaşılan “kültürel olarak mevcut örtük bilgi”nin sonucunda meydana gelmektedir. 
KA, bir pratik olarak kullanılan dile, konuşmacıların konuştuklarında ne yaptıklarına büyük önem verir. (Bu genelde bir araştırma yazısının başlığındaki “yapma” kelimesi ile belirtilir.) Wooffitt’in araştırma soruları doğrudan KA’nın iletişimin nasıl yapıldığı veya nasıl gerçekleştirildiğinden çıkmaktadır, yani bu gibi etkileşimli bir durumda  ‘iletişimin doğası’ (medyumlarla müşterileri arasında) ile bu iletişime has bir kalıpla ilgili meseleden, “ medyumun karşısına oturan kişi hakkında bir iddianın öne sürülmesi, bunun oturan bu kişi tarafından kabulü ve…sonra da paranormal bir kaynaktan çıkmış gibi tarif edilmesi” gibi (s.76) kalıp meselesinden türetilmiştir. Bu araştırma sorularını, insanların nasıl konuştukları ve iletişim kurduklarını açıklamak amaçlı bir kümülatif KA projesinin parçası olarak görebiliriz. Bulgular, analistin yorumu olarak sunulmaz, bu ‘gerçek yaşam’ pratiklerinin veride ortaya çıktığı şekliyle teşhis edilmesi olarak sunulur. Wooffitt’in dediği gibi, “analiz veri güdümlüdür, teori önderliğinde gitmez” (s.58). Bu sebeple analistin rolü, Birinci Bölümde ana hatlarıyla belirtilen pozitivist/post-pozitivist gelenek içerisinde, bağımsız bir gözlemci olmaktadır. Bulgular, aynı ‘doğal dili konuşan toplum’da sıkça rastlanan pratiklerin örnekleri olarak genelleştirilebilir. Pratikler tahminen dil ediniminin parçası olarak öğrenilmektedir. Konuşma analizcileri analizlerinin kültüre has olan doğasını (emic nature),konuşmadaki katılımcıların kendilerini bu konuşmaya nasıl yönlendirdiğini doğrulatarak vurgularlar (2. Kısımda bu ayrıca tartışılmaktadır). Analist konuşmanın kendisine yoğunlaşır; arka planın ve bağlamın ayrıntıları görece önemsizdir.  
Konuşma analizi sosyoloji içerisinde başlamıştır söylemsel psikoloji gibi başka alanlarda etkili olmuş olmakla birlikte sosyoloji ile bağı halen güçlüdür (Dördünce ve Beşinci Bölümler). Simeon Yates tarafından yazılan Üçüncü Bölüm, farklı bir disiplin alanına dilbilimine dayanan, özelde etkileşimsel ve sosyolinguistiğe dayanan bir çalışma sunmaktadır. Konusu bilgisayar ortamlı iletişimdir (BOİ). Odak noktası İkinci Bölümde olduğu gibi, insanların dili kullanarak nasıl etkileştikleridir ama (geleneksel) bir konuşma çalışması değildir. Wooffitt’in tersine Yates, dilin içindeki kalıplara bir sistem olarak odaklanmaktadır, zamir gibi linguistik birimlere bakmaktadır.
Bu bölüm çalışmanın konusu olarak sadece bilgisayar aracılı iletişimi sunmakla kalmayıp etkileşimde yeni türlerin, yeni veri ve yeni analiz olanakları yaratan farklı bir söylem analizi biçimi sunmaktadır. Yates’in araştırma soruları bu yenilikçi statüden kaynaklanmaktadır. Yates bu tarz iletişimin dil biliminde ve bu teknolojiyi kullanan insanların etkileşmelerine göre nasıl farklılaştığı kadar, geleneksel iletişim tarzlarına (konuşma ve yazma) ne kadar benzediği ile de ilgilenmektedir. Belki en önemlisi ‘on-line’ kimliğin doğasını incelemektedir; buradaki başlıca sorun, yeni iletişim medyasının farklı kimlik türlerine yol açıp açmadığı veya on-line kimliği inşa etme ve ifade etme sürecinin diğer bağlamlarda olduğu gibi aynı şekilde işleyip işlemediğidir.        
 BOİ’deki etkileşim çalışmasındaki veri yazı dökümüne ihtiyaç duymaz; çıktısı alınabilir ki bu araştırmacı için büyük bir kolaylıktır. Ancak yine de (içinden) seçilmesi zorunludur. Bu seçme işi bağlamlara göre (‘chat odaları’ gibi yeni olanları), konulara (muhtemelen mesajların başlıklarında verilmiş olmalı) göre ve ayrıca daha geleneksel olarak kullanıcıların belirli kategorilerine (örneğin, on-line bir tartışma listesine üyeliği ile tanımlanmış) göre yapılabilir. Ek olarak, analist ekrandaki düzenlemeyi ve belki cevap verilen mesaj sayısını belirten başlığı, daha önceden kaç cevabın olduğunu ve bunun gibi şeyleri, verinin ne kadar ayrıntıyı kapsadığını belirlemek zorundadır. Öyleyse tıpkı konuşmada olduğu gibi veri verilmemiştir analistin odaklandığı şeye göre seçilmesi gerekmektedir. Verinin yazı dökümü ile kısmen inşa edilmesi gibi BOİ verisi de, ‘metaveri’ olarak bilinen, ilave bilgi ekleme yoluyla değiştirilebilir. 
Bilgisayarlar muazzam miktarda verinin depolanmasını ve manipülasyonunu sağladığı için örneklem çok büyük olabilir ki bununda temsil edilebilirliği üzerine olası etkisi vardır. Bu, hem BOİ verisi hem de elektronik olarak depolanan ve işlenen daha geleneksel veri için geçerlidir. Gövde (külliyat) terimi herhangi bir söylem verisini tanımlamak için kullanılabilir ancak özellikle bilgisayarda depolanan büyük koleksiyonlar ile ilgilidir. Veriyi elektronik olarak manipüle ederek analist, yeni kalıplar arayabilir. Üçüncü Bölüm hem niceliksel (belirti tipi oranlar, sözcüksel yoğunluk) hem de niteliksel analizleri göstermektedir. Ancak Yates’in vurguladığı gibi, analizleri teori güdümlüdür. Veri içindeki kalıpları saptar ve önce iletişimin farklı biçimlerine dair teorilere, ikinci olarak toplumsal cinsiyet kimlikleri de dahil kimlik ve dil kullanımı arasındaki bağlantıya dair eldeki teorilere dayalı yorumlar önerir. Bulgularının genelleştirilebilir hali bu teorilerle ilgili olmalıdır. Öyleyse bu çalışma veri analiz tarzının doğrudan analistin yararlandığı dil teorisinden kaynaklanmıyor olması sebebiyle İkinci Bölümdeki çalışmadan farklıdır. Bu çalışmanın işi daha ziyade (linguistik alanında) var olan teoriler, kendi araştırma soruları ve bulguları arasında bir bağlantıyı tartışmaktır. Bu bulguların kanıt olarak gücü, bu argümanların gücüne bağlıdır. 
Mary Horton-Salway tarafından yazılan Dördüncü Bölüm farklı bir disipline, psikolojiye aittir. Söylemsel psikoloji psikoloji içinde, ekserisi bilişsel psikolojinin varsayımlarına meydan okuma olan, özel bir tartışma kurgulamıştı. Konuşma analizi tarafından etkilenen söylemsel psikologlar, psikologların daha önceden nispeten sabit bir fenomen ve birey özellikleri (kimlikler, bellekler ve tutumlar gibi) olarak tartıştıkları birçok konunun varlıklar yerine faaliyetlerine göre, değişken müzakereli ve etkileşimsel şekilde kavramlaştırılmaları gerektiğini öne sürmüşlerdi. (Bu karmaşık ayrımın ve söylem analizi ile bağlantısının daha geniş bir incelemesi için bkz. Potter ve Wetherell, 1987; Wetherell ve arkadaşları 2001 ‘de, Okuma Ondört (Reading Fourteen) olarak yeniden basılmıştır.) Dördüncü Bölümde Horton-Salway konuşma analizini takiple, konuşmacılar arasındaki konuşmayı incelemektedir. Ama bu sefer kalıpları farklı bir yoldan aramaktadır, tartışmalı bir hastalık olan M.E. ile bağlantılı terimler ve anlamlar (kategori terimleri dahil) ‘ailesi’nde aramaktadır. Projesi M.E. hastalarının, hastalar ve pratisyenler tarafından inşa edildikleri şekliyle kimliklerini, zihinlerini ve benliklerini incelemektir. Araştırma soruları hastalığın nasıl tanımlandığı ve kategorileştirildiği ve bunun hastaların kimlikleri üzerindeki etkilerini içermektedir. 
Verileri mülakatları, bir televizyon talk show programını ve konuşmacıların gruplara yaptıkları resmi sunumları içeren bir dizi etkileşimle toplanmış yazı dökümü yapılmış hasta ve doktorların konuşmalarıdır. Yazı döküm tarzı konuşma analistlerinin kullandıkları tarzın benzeridir. Araştırmacının veri içinde tanımladığı kalıpların birçoğu, daha önceden söylemsel psikolojide geliştirilmiş ve Edward ve Potter’ın (1992) söylemsel eylem modelinde bir araya getirilmiş analitik kavramlardan (menfaat ve çıkar ikilemleri, olgu inşası, açıklanabilirlik ve değişkenlik) çıkartılmıştır. Ayrıca araştırmacı, M.E. ile ve zihin-vücut kategorileri gibi genelde hastalıklarla bağdaştırılan terim ve anlamlara dair kalıplar tanımlamaktadır.
Bu çalışma çeşitli epistemolojik konumları gizlice birleştirmektedir.Öncerlikle geleneksel tıbbi hastalık açıklamalarının tersine Horton Salway’in analizi hastaların ve hastalıkların farklılaşan tanımlarını, gerçekliğin eşit derecede geçerli ve alternatif versiyonları olarak ele almakta ve doğru ya da yanlış diye yargılamaktan özenle kaçınmaktadır. Bu rölativist bir konumdur; M.E.’in gerçekliğinin ne olduğunu değerlendirecek bağımsız araçlarımız yok, sadece farklı insanların versiyonları vardır. Bununla birlikte çalışmanın bulgularıyla ilgili ikinci ve farklı bir konum daha alınmaktadır. Bunlar, konuşmacıların daha kesin bir şekilde kullandıkları hastalığın özellikle M.E.’in olası inşa ve kategorileştirmelerinin tanımları olarak verilmektedir. Gelecekte konuşmacıların bunlardan yararlanacaklarını öngörmeksizin bu çalışma elde ettiği bulguların, toplumumuzda M.E hakkında konuşabilmenin yollarına dair bir yayılım sunduğu iddiasında bulunuyor gibidir. Başka bir ifade ile bu bulgular, muhtemelen başka konuşmacıların ortak paylaşılan bir bilgi olarak kullanacağı genelleştirilebilir bulgulardır. Toplum tam olarak tanımlanmamıştır ama tarihî bağlamın çerçevesi (ki Horton-Salway olası tek bir versiyonu onaylamaktadır) İngiltere’ye atıfta bulunulduğunu akla getirmektedir. Üçüncü olarak, Horton-Salway’in insanların eylemlerini, menfaat ve çıkar ikilemini yönetmek ve açıklanabilirlikle uğraşmak için tanımlaması yine konuşma analizi geleneğinde betimseldir; bunları, aynı zamanda ortak paylaşılan bir bilgi biçimi olan konuşma içindeki genel pratikler olarak, ama daha geniş bir topluma (İngilizce dilini konuşanlar? Genel olarak insanlar?)  sunuyor gibi görünmektedir.  
Analistin rolü benzer şekilde karmaşıktır. Horton-Salway’in ele aldığı üzere ana metin içinde diyalog kutuları kullanması, refleksivite yapıldığını bildirmenin ve analistin varlığını yorumcu olarak sunmanın bir aracıdır. Bununla birlikte konuşmada var olan özelliklerin tanımları olarak çıkar ikilemi ve olgu inşası gibi kavramlar daha belirgin ortaya konmaktadır. Yorumcu olarak bu analist, pozitivist/post-pozitivist gelenek içinde nesnel gözlemciye burada yol vermektedir. Konuşma analiziyle benzerlikleri olmasına karşın farklılıkları da olduğu fark edilmelidir. Özellikle bu analiz konuşma analizinde olduğu gibi etkileşimsel bir ardaşık olay dizisinden (sequence) ziyade analistin etkileşimin süreçleri kadar içeriğine olan ilgisini yansıtan, konuşmacının konuşmasına odaklanır. İçerik üzerine bu odaklanış, gelecek kısımda sunulan oldukça farklı bir söylemsel psikolojik çalışmada daha da ileriye taşınmıştır.
Beşinci Bölümde Nigel Edley, söylemsel psikolojinin disipliner alanından bir başka çalışma sunmaktadır. O da kimlikle ilgilenmektedir, çalışmasının Dördüncü Bölümle benzerlikleri olmasına karşın önemli farklılıkları da vardır. Horton-Salway gibi Edley de konuşmayı bir başka şeyin kanıtı sayan psikolojideki öteki geleneklere karşı çıkmaktadır. Edley, özellikle toplumsal cinsiyet kimliklerinin doğuştan olduğu gibi anlayışlara meydan okumaktadır. Araştırmasını söylemsel psikoloji içine yerleştirir, ama konuyu teorileştirmesinde sosyolojik ve kültürel çalışmalarla bağlantılar vardır. (Yedinci Bölümdeki Carabine’nın araştırmasının başlıca teorik kaynağı olan Michel Foucault’nun çalışmasına atıfta bulunur.) Teorik olarak temellendirilişini ve geçmişini göstermek için ‘erkeklik-(maskülenlik)’ teriminin üstünün açılması gerektiğiyle ilgilenmektedir (sözgelimi sözlükte benzer tarifleri olsa da “erillik” ya da “erkeklik” demekle aynı şeye dayandırılamaz). Bilhassa, özellikle konuşma içinde inşa edilen ve müzakere edilen “bir var oluş yolu” olarak maskülenlikle ilgilenmektedir. Çalışma kültürel olarak bir yere kadar spesifiktir, İngiltere’ye özellikle atıfta bulunmaktadır.  
Edley’in verisi, konuşma analizinde kullanılan semboller dizisinin basitleştirilmiş bir uyarlamasını takiple yazı dökümü yapılmış konuşmalardır. Yazı dökümünün ve alıntı seçimlerinin ortaya çıkardığı üzere, konuşma analizi için önemli olan ardışıklığın ince ayrıntılarıyla, konuşmacıların kullandıkları kelimeler ve fikirlerle göre daha az ilgilenmektedir. (Bu sebeple konuşma analistleri bu çalışmayı KA geleneğinin dışındaki çoğu analize yaptıkları gibi etik açıdan eleştirebilirler çünkü konuşmacıların kendilerini konulara yönlendirme tarzları konuşmadaki ayrıntılı ardışıklık analiziyle teyit edilmemiştir). Bu konuşma küçük grup mülakatlarıyla toplanmıştır, Edley bu veri kaynakları ve veri toplama süreçleri hakkında oldukça ayrıntılı bir arkaplan ya da bağlamsal malumat vermektedir. Araştırma sorusu, genel olarak şöyledir: bu erkeklerin konuşmasında inşa edildiği ve müzakere edildiği haliyle erkekliğin doğası nedir?
Horton-Salway gibi Edley de, söylemsel psikoloji yazarlarının önceden tanımladığı kalıplar arar: araştırma repertuarları (bir konu etrafındaki terimler ailesi veya dizisi), özne konumları ve ideolojik ikilemler. Dil ve eylemin karşılıklı ilişkili oluşuyla ilgilenmektedir. “İdeolojik” teriminin ima ettiği üzere analiz özellikle, iktidar ve kimliklerin potansiyelde problemli ya da çatışan yönleriyle ilgilenmekte ve Dördüncü Bölümde Horton-Sawlay’den daha açık bir şekilde ele almaktadır.           
Çalışmanın refleksiv doğası bir dereceye kadar, örneğin araştırmacının hem veri toplayıcısı hem de analist olarak öne çıkarılmasında belirtilmektedir. Ama tıpkı diğer bölümler gibi (muhtemelen alanın sınırları sebebiyle) buradada araştırmacı ve seçilen konuya olan ilgisi hakkında bize pek ayrıntı verilmemektedir.  Analiz süreci keşiften ziyade bir yorum olarak tartışılmaktadır. Dördüncü Bölümdeki gibi burada da analitik kavramların statüleri arasında, görünürde konuşmanın evrensel özellikleri ile veride tanımlanan kategoriler içinde kültüre özgü belli örnekler arasında ayrık bir hal vardır. Erkeklikle ilgili bulgular, Horton-Salway’in M.E. hakkındaki bulguları gibi, tarihsel temeliyle kabaca İngiliz kültürüne özgü bulgulardır.  
Altıncı Bölümde, Norman Fairclough söylem analizinin, KA gibi köklü ve farklı başka bir türünü sunmaktadır. Bu eleştirel söylem analizidir (ESA). Konuşma analizi gibi ESA da kendi asıl disipliner alanının ötesinde etkili olmuştur, Fairclough “linguistik ve semiyotik analizle ilgilenen disiplinler” ile “sosyal süreçleri ve sosyal değişmeyi araştırmakla ve kuramlaştırma ilgilenen disiplinleri” birbirine bağlayacak “disiplinler üstü” bir çalışma için çağrıda bulunmaktadır (s.230). Buna karşın ESA’nın önem verdiği özgün husus dilbilimindeki özellikle sosyolojikdilbilimindeki köklerinden kaynaklanmaktadır. Dilin tarafsızlığını ve aksettiriciliğini varsayan geleneksel bir dilbilimsel konuma (Birinci Bölümde tartışıldı) meydan okumaktadır. ESA, bu bölümde gösterildiği üzere dili daha büyük yapılar içinde, belli bir bağlamda kullanılmış belirli kelimelerle grammatik biçimlerin etkilerini keşfederek analiz eder. Dilin kırılma noktalarına dair bir çalışma olarak (Birinci Bölümün 1.2. Kısımında tanıtılan görüntüyü çarpıtan cam imgesine geri dönerek) tarif edilebilir. Veriler çoğunlukla, ama her zaman da öyle olması gerekmeyen, gazete veya resmi dokümanlar gibi aşikâr bir sosyal veya kurumsal öneme sahip yazılı metinlerdir.     
Beşinci Bölümde kullanılan analiz biçimi gibi ESA da toplumdaki iktidar ve eşitsizliklerle ilgilenmesi bakımından ‘eleştireldir”. Fairclough, ESA için uygun bir araştırma problemini “semiyotik tarafı olan sosyal bir problem” (s.236) diye tarif ediyor. Buradaki esas örnekte konu, siyasî bir devlet belgesi (Green Paper) olarak sunulan refah reformunun doğasıdır.  Veri, resmi metnin dilidir. Analiz süreci bir dizi adım halinde düzenlenmiştir. Kalıplar, geleneksel linguistik bir sistem olarak dilin elementleri içinde bulunur: kelimeler, cümlecikler vs. Ancak söylediğim gibi bunlar bağlamın içindeki önemine göre dikkate alınır. Dolayısıyla amaç dil hakkında genelleştirme yapmak değil, buradaki kullanılma tarzını takip eden potansiyel sosyal yansımaları belirginleştirmektir.    
Refleksivite tartışması biraz vardır ama araştırmacı, buradaki açıklamada gerçekte mevcut değildir. Bulgular yorumdan ziyade betimlemeler halinde, hatları çizilmiş daha geniş sosyal düzen içinden seçilmiş metinle yapılan ayrıntılı bir beyan olarak sunulmaktadır. Fairclough’un nihai merakı iktidarın toplum içinde nasıl işlediğidir. Çalışması bu bakımdan Edley’in Beşinci Bölümdeki ve Carabine’in Yedinci Bölümdeki çalışmalarına benzemektedir. Bu iki yazardan ayrıldığı yer toplumu düzenli bir yapı olarak algılamasıdır. Yedinci Bölümde, (ve pek de bariz olmayan bir şekilde) Beşinci Bölümde, odak noktası yapılardan çok seyyar pratiklerdedir (Fark kabaca, hiyerarşik bir diyagram imajıyla selde bir nehrin kontrolsüz akış imajı arasındaki farktır.)
Yedinci Bölümdeki Carabine’ın çalışması altı veri analizden sonuncusudur. Sosyal siyaset disiplini alanına ait bir çalışmadır (ve ayrıca Carabine’ın dediği gibi uygulamada sosyal siyasete aittir), bununla birlikte yine de diğer disiplinlerle, özellikle sosyoloji ile dikkate değer bir örtüşme vardır.   
Esas teorisyen olan Foucault, çoğunlukla sosyoloji içindeki çalışmalarla birlikte anılmıştır. Bu çalışma Beşinci ve Altıncı Bölümlerle, geniş ölçekli sosyal meseleleri ve güce/iktidara yönelik bir mesele paylaşmaktadır ama daha önce de anlattığım gibi aralarında önemli farklar vardır. Bu çalışmada dil, geniş ölçekli sosyal uygulamalardan ayrıştırılamaz. 
Burada kullanılan iktidar/güç (power) kavramı, Foucault’dan alınmıştır ve hükümran (sovereign) iktidar/güç kavramından (Altıncı Bölüm’de kullanıldığı gibi) farklılaşmaktadır. İktidar/güç ve bilgi birbirinden ayrı olarak değil de ‘girift bir şekilde iç içe geçmiş’ bir şekilde ele alınmıştır. Carabine aynı zamanda Foucault’nun normalleşme ve tabii ki söylem kavramlarını da kullanmaktadır. Kısım 1.1’de Carabine söylemleri, “bilgilerin iktidar/gücün etkisiyle sosyal olarak inşa edilip üretilmesini ve ‘gerçekler/hakikatler’ olarak konuşulmasını sağlayan, bilgileri ve gerçekleri belirlemenin tarihsel olarak değişken yolları” olarak tarif etmektedir (s. 274). Söylemler kurallar, özellikle de “‘neyin ne olduğunu’ ve ‘ne olmadığını’ tayin eden sosyal ve tarihsel olarak inşa edilen kurallar seti” olarak iş görürler (s. 275). Bu tarihsel bir çalışma olmakla birlikte, Foucault’nun geliştirdiği tipte bir çalışma, bir jeneolojidir. Carabine araştırmanın nasıl düzenlendiğini ve araştırma sorularının nasıl formüle edildiğini, bu tarz bir çalışma için veri toplamadaki problemlere de dikkat çekerek tarif etmektedir.  
Çalışmanın konusu cinselliktir (Beşinci Bölüm’de olduğu gibi toplumsal cinsiyet değildir: konunun teorik arka planı yine çalışmanın önemli bir parçasıdır). Carabine, özellikle, 19. Yüzyıl’ın ilk dönemlerindeki İngiliz belgelerinde görüldüğü şekliyle cinsellik, sosyal yardım ve sosyal politika arasındaki ilişkiyi soruşturmaktadır. Veriler, bu belgelerden, yukarıda tarif edildiği şekliyle örüntüler söylemlerden ve de söylemsel aletlerin, stratejilerin ve tekniklerin ilişkili örüntülerinden oluşmaktadır. Carabine, genelleme yapmayı amacında değildir aksine belli bir toplumun çeşitli yönlerini, yani söylemlerle, bilgi ve güçle bağlantılı olan yönlerini, toplum içinde hala sürüp giden ve yaygın sonuçları olan yönlerini çalışmayı amaçlamaktadır. 
Bu, bulgularının kısmî, koşullu ve hepsinden önemlisi duruma yerleşik doğasını teyit eden ve statülerini analistin yorumu olarak atayan bir çalışma örneğidir. Bununla birlikte tüm çalışmalarda olduğu gibi sadece bu tarz bulguları sunmakla analist zımnen, bu bulguların gerçek dünya varlıklarını tanımladığını öne sürmüş olabilir. Bu muhtemelen kaçınılmaz birşeydir ve sosyal araştırmada yazım sürecinin önemini göstermektedir. Jeneolojik çalışmanın esas hedefi geleceğe yönelik yordamalarda bulunmaksızın, anlamların ve uygulamaların geçmişte nasıl işlediğini ortaya çıkarmaktır. (Yukarıda tarif edilen ‘akış’ imgesinin düzensiz doğasına paralel olarak bu tarz yordamalar mantıksal olarak imkânsız olacaktır.) Yine de açıktır ki söylemler birden yok olmaz veya işlevsiz hale gelmez, bu nedenle bu tarz bir analizin nihai meselesi onun güncel durumlarla ve materyalle -çağdaş politika metinleri gibi- ayırt edilebilir ilişkisinde yatar. Carabine’nin söylediği şekliyle, “jeneoloji, bilgi ve gücüne dair etkilerinin gelişimini geçmişe kadar sürüp bu suretle modern toplumda güç/bilgi doğası hakkında bir şeyler açığa çıkarmaktır” (s. 276). 
Bu kısımda not edilmesi gereken son nokta bu incelemenin de gösterdiği üzere kaçınılmaz olarak hiçbir araştırmanın mükemmel olmadığı, tümünün eleştirilebilir olduğudur. Bir araştırmacının, tüm eleştirilerin önüne geçebilmesi mantıksal olarak mümkün değildir. Bununla birlikte mümkün olan, belirli bir araştırma parçasını daha geniş bir tartışma çerçevesine yerleştirmek ve güçlü ve görece zayıf yanlarını anlamaktır. Dolayısıyla, bunun oldukça önemli bir parçası olan araştırmanın değerlendirmesi, bir sonraki kısmın başlığını oluşturmaktadır.
2. Değerlendirme
Önceki bölümlerin hedeflerinden biri söylem analizinin bir inceleme ve yorum süreci olduğunu göstermekti ve aynı zamanda bir değerlendirme süreci olduğunu da. Araştırmacı, verileri analiz ederken mevcut projenin amaçlarına ve altta yatan önermelerine (premise) tekrar işaret ederek, bulgularını araştırma sorularına referansla değerlendirir. Birinci Bölüm’ de belirttiğim gibi bu sorular, analiz boyunca geliştirilip daha rafine hale getirilebilir. Yine de bunlar projenin başlangıcında tümüyle formüle edilmemiş olsalar bile, araştırmacı her halükarda belirli bir teorik duruş ve varsayımlarla başlayacaktır. Analiz, araştırmacının ‘orada’ ne olduğunu görmek için materyale doğrudan baktığı naif veya teorikleştirilmemiş bir inceleme değildir. Bu kısmın amacı, değerlendirme kriterlerini ve bunların söylem analizi araştırmacısı için doğurgularını sunmak ve tartışmaktır. Bu kriterlerin kendileri de bizzat projenin tamamlayıcı bir parçasıdır. Bunlar araştırmacıya rehberlik edecek, projenin yazılı açıklamalarında başkalarına sunulacak ve ümit ederim onların değerlendirmesine temel olacaktır.
Bu kısmı okuyan insanların çoğu, akademik araştırmada yaygın olarak değerlendirilen üç meşhur kriteri tanıyacaktır: güvenirlilik, geçerlilik ve tekrarlanabilirlik. Bunları çok kısaca tanımlayacak olursak, güvenirlilik, ölçüme ve ölçme araçlarına uygulanan yani kullanılan aletlerin veya araçların tutarlı bir şekilde ölçüm yapıp yapmadığına ilişkin bir kriterdir. Buradan ortaya şu kural çıkmaktadır; birden fazla araştırmacının olduğu çalışmalarda benzer standartların kullanıldığından ve araştırmacının değerlendirmelerinin ya da ölçümlerinin aşırı cömert olmadığından emin olmak için güvenirlilikte anlaşma testleri olmalıdır. İkinci kriter geçerlilik, araştırmacı tarafından yapılan genelleştirmelerin gerçekliğine veya doğruluğuna işaret eder. Bununla ilişkili olarak, niceliksel çalışmalarda araştırmanın ölçmeyi amaçladığı şeyi ölçmesi, ve başka bir şeyi ölçmemesi anlamına gelir. Geçerliğin çok çeşitli tipleri sayılabilir. Örneğin iç geçerlik üzerinde çalışılan ortamlarda nedenlere ilişkin iddiaların ne kadar ‘gerçeğe’ yakın olduğunu; dış geçerlik ise başka ortamlar için genel olarak ne kadar doğru olduğunu işaret eder. Güvenirlik ve geçerliğin her ikisi de, araştırma projesinin bir bütün olarak değerlendirilmesinin bir yolu olan tekrarlanabilirlik kriterinde bir araya gelir. Buradaki test, gelecekte bir araştırmacının söz konusu projeyi tekrarlayıp aynı veya benzer sonuçlar elde edip edemeyeceğidir. Bu da tabii ki orijinal çalışmanın iyi-düzenlenmiş olmakla kalmayıp araştırma raporunda tümüyle anlatılmasını gerektirmektedir. 
Muhtemelen bu kriterlerin, Birinci Bölüm’de (Kısım 1.2) özetlediğim gibi, pozitivist ve postpozitivist geleneğe ait, belirli bir varsayımlar takımını referans aldığını fark etmişinizdir. Bu gelenekte çalışan bir araştırmacı genel olarak araştırmayı bir dış dünya incelemesi olarak yürütür. İyi bir araştırmanın dünya hakkındaki bilgi birikimine katkıda bulunacağı ve bulgularının doğrudan veya potansiyel olarak uygulanabilir olacağı varsayılır çünkü süregiden özellikleri ve tahmin edilebilir nedensel ilişkileri açığa çıkarır.  
Bunun aksine diğer araştırmacılar çok daha sınırlı iddialarda bulunurlar. Araştırma kapsamında üretilen bilginin durum içinde konumlanmış (situated) olduğu, yani bu iddiaların yalnızca araştırmanın yürütüldüğü belirli mekân, zaman ve katılımcı durumlarında geçerli olduğu varsayılır. Duruma bağlıdır (contingent), yani iddialar kalıcı ve süreğen bir gerçeklik statüsüne sahip değildir. Araştırmacı, araştırma sürecinin refleksifliğini (reflexivity) ve araştırma metinlerinin nötr-olmayışını kabul eder. Nötr değildir ve belirli bir dünya görüşünü, ilgiler kümesini yansıtır. Dahası, Atkinson’ın (1990, s.6) ortaya koyduğu gibi “refleksivite nosyonu, metinlerin basitçe ve saydam bir şekilde bağımsız bir gerçeklik düzeni sunmadığını kabul eder. Tam aksine metinlerin kendisi gerçeklik-inşası işinin içine karışır”. Tüm bu sebeplerden ötürü araştırma sonucunda üretilen bilgi, kaçınılmaz olarak kısmidir. Bu sınırlılıklar, araştırma sürecindeki zayıflıkların basit bir sonucu değildir: mesele, daha iyi bir araştırmanın daha kalıcı ve güvenilir bulgular üreteceği değildir. Aksine, tüm bilgimizin durum içinde konumlanmış, bağımlı ve kısmi olduğu addedilir. Hakikat (truth) ulaşılamazdır çünkü gerçekliğin kendisi tek veya sabit değildir ve gerçeklik bir araştırmacının onu araştırma ve temsil etme girişimlerini içeren her işlemden kaçınılmaz olarak etkilenir ve değişir. 
Açıktır ki, bu sonraki varsayımlar takımı, değerlendirmenin geleneksel kriterlerinin üçüne de meydan okumaktadır. Seale’in (1999) problemleri özetlediği gibi: “güvenirlik ve tekrarlanabilirlik kavramları … dil aracılığyla bilinebilir tek bir dışsal gerçeklik olduğu yönündeki realist görüşe dayanır (s. 41) ve “bu gelenekte geçerlilik hakikatten daha az bir şey değildir, sabit bir sosyal gerçekliğe işaret eden ve dil aracılığıyla bilinendir” (s. 34). Bununla birlikte, muhtemelen alıntıdaki anahtar husus “bu gelenekte” sözüdür. Şüphesiz, tahmin edilebilir ve gözlemcinin bakış açısından etkilenmeden işleyen süreçlerce yönetilen, görece durağan, bir dünya varsayımına dönmek, çok çeşitli amaçlardan dolayı makul ve gereklidir. Bu muhtemelen kendisi de pozitivist ve postpozitivist gelenekten çıkan sağduyusal bir görüştür. Ama çoğu söylem analistinin çalıştığı gelenek bu değildir, değerlendirme için farklı kriterlere bakmayı gerekli kılar.
Niteliksel araştırma üzerine yazarlar, değerlendirme problemini özellikle enine boyuna tartışmışlardır. Denzin ve Lincoln (1998) meşrulaştırma ‘kriz’ine işaret eder (bkz. Birinci Bölüm, Kısım 1.2). Çalışmanın değeri üzerine bir takım anlaşma araçları olmalıdır, ama ne yazık ki çok sayıda öneri olmasına karşın yaygın kabul görmüş hiçbir alternatif değerlendirme kriteri yoktur. Bazıları diğerlerinden daha iyi bilinmekle birlikte tamamı kaçınılmaz surette eleştiriye açıktır. Dolayısıyla analizin değeri konusunda değerlendirmede kullanılan kriteri açıklayan ve haklı çıkaran bir argüman sunmak araştırmacı için zorunlu olmaktadır (projenin yazımı için bkz. Birinci Bölüm). Tüm olası kriterleri tartışmak için burada yeterli alanımız yok ama kısa bir taslak sunacağım. Çoğu durumda herhangi bir projede kullanılan kriterler yayımlanmış teorilerden ve araştırmalardan takip edilecektir.
2.1. Değerlendirme İçin Kriterler
Başlangıç olarak, değerlendirme için kriterler kabaca iki kategoriye ayrılabilir: akademik araştırmada iyi bir uygulama için genel kurallar ve söylem analizinin değerlendirmesi için özel kriterler. Akademik araştırma hakkında belirli genel noktalar belirtilebilir, özellikle sosyal bilimler için. (Burada, gizli veya açık bir biçimde araştırmacıların hangi kriterleri işe koştuklarını görmek için İkinci Bölüm’den Yedinci Bölüm’e kadarki kısımlara veya bunların özetlerine bakmak isteyebilirsiniz.) Araştırma, başka akademisyenlerin iddialarını temel alarak veya onlara karşı çıkarak, yayımlanmış önceki çalışmalarla -teori veya analiz- ilişkili bir şekilde konumlandırılmalıdır. İnandırıcılığı için duygusal etkiden ziyade argümana dayanacak şekilde tutarlı (coherent) olmalıdır. Bu nokta belirtilmeye değer çünkü çoğu niteliksel araştırma ‘hassas’ (sensitive) konuları araştırır. (Bu tür hassas konulara örnek vermek gerekirse, Croghan ve Miell [1999] çocukluktaki istismar hakkındaki söylemleri araştırmış; Harper [1999] psikiyatrik tedavi hakkında araştırma yapmıştır.) Böyle bir konuda projeye girişmiş yeni bir araştırmacı için, özellikle de araştırma katılımcılarla teması kapsıyorsa, toplanan materyal çok güçlü görünebilir öyle ki materyal kendi başına konuşacaktır. Fakat bu bir akademik analizi (popüler bir ilgi çekmek gibi bir takım amaçlarla kesişse de) teşkil etmez. Analiz, daha sistematik bir soruşturma içermelidir. Bu kriterden, bazen titizlik (rigour) olarak söz edilir. 
Titizliğe (rigour) nasıl ulaşılacağına dair çeşitli görüşler vardır. Örneğin, Seale (1999), niteliksel bir araştırmacının bir titizlik (rigour) ve iyi uygulama biçimi olarak niceliksel teknikleri bir ölçüde kullanabileceğini dile getirir. Mesela, bir veri bütünü içerisinde belirli bir özelliğin görünme sayısını sayma (s. 132, Silverman’ın ardından) ve anlaşma güvenirliliğini test ve kontrol etme (bilgisayarların kullanımı ile bu kolaylaşmaktadır: s. 154-155) gibi temsil edici bir örneklemin, eğer mümkünse kullanılmasını önerir. Bütün bu teknikler bazı söylem analizi projelerinde mümkün olabilir,yararlı olabilir. Seale ayrıca, söylem analizine özel bir atıfta bulunarak (bkz., Gill’in [1993] tartışması), söylem analistlerinin (Altıncı Bölüm’deki gibi) yanılabilirci (fallibilistic) yaklaşımın bir parçası olarak verilerinde negatif örnekleri veya olağandışı vakaları (deviant case) arayıp bulmalarını tavsiye eder. Benzer şekilde, Potter ve Wetherell (1987), analizlerin tutarsızlıklara (inconsistency) ve çeşitliliğe (diversity) dikkat etmesini salık verirler. Onlara göre bu tür tutarsızlık doğal konuşmanın çok genel bir özelliğidir (‘varyasyon’ tartışması için bkz.: s. 39),bir analist katılımcıların buna nerede yöneldiklerine dikkat etmelidir. Bunu, konuşma analizinde konuşmacıların kendi yönelimlerine yapılan vurgu takip eder (bkz. İkinci Bölüm). Açıklayıcı repertuarlara ilişkin bir analizde (bkz. Beşinci Bölüm), tutarsızlıklar farklı repertuarların ‘sınır’ sinyallerini verebilir, böylece analizin katılımcıların kendileri tarafından sağlanan başka bir geçerlilik biçimi olarak hizmet eder. Ek olarak, söylem analizlerinde, titizlilik (rigour) bir yandan okuyucuya sunulan verilerde ve analizde yer alan ayrıntıların zenginliğiyle, diğer yandan analiz sürecinin izahıyla (explication) bağlantılı olabilmektedir. Bu noktalar bir kez daha araştırmanın yazım biçiminin önemini göstermektedir.  
‘İyi’ bir söylem analitik araştırma, başka araştırmaların geniş gereklilikleriyle uyumlu olacaktır ve değerlendirme için bir ya da daha fazla kritere dayanarak, kendi meşrulaştırmasını da içerecektir. Bir ihtimal niceliksel araştırma ile birleştirilen kriterlerin modifiye edilmiş biçimini alıkoymaktır. Örneğin, geçerlilik, iyi uygulama adı altında yeniden tanımlanabilir: bu, Seale’nin önerilerine benzer. Potter ve Wetherell (1987, s.169-172) geçerliliği katılımcıların kendi yönelimlerinin yanı sıra bulguların tutarlılık ve verimliliğine ve ortaya çıkarılan yeni araştırma problemlerine referansla tartışmaktadır. Daha da benzer şekilde Riessman (1993, s.65-68) konuşmadaki hikayelerin (narrative)  analizini tartışırken geçerliliğin ikna edicilik, uygunluk (aşağıda daha detaylı tartışılacaktır), tutarlılık ve pragmatik kullanım bakımından yeniden tanımlanabileceğini söyler. Pragmatik kullanım, Potter ve Wetherell’in verimlilik kavramını andırmaktadır, bir çalışmanın başka araştırmacılar tarafından yapılacak ileriki çalışmalara zemin hazırlama derecesini ifade eder. Bununla birlikte Riessman, geçerliğin muntazam kurallara ve teknik prosedürlere indirgenemeyeceğinin de altını çizer. Başka araştırmacılar da özellikle söylem analizi hakkında yazan ya da daha genel olarak niteliksel analiz hakkında yazanlar geleneksel kriterleri aşağıda tartışıldığı gibi değişik terimlerle yeniden tanımlamakta ya da bunları, kendi yönelimlerince kriter olarak sunmaktadırlar. 
Söylem analitik araştırmayı değerlendirmeye veya meşrulaştırmaya yönelik bir diğer yaklaşım yorumun kalitesini tartışmaktır. Bunu yapmanın yollarından biri, araştırmacının verileri yorumlamadaki özel vasıflarına işaret etmektir. Bu, mülakat çalışması veya etnografi gibi katılımlı bir çalışmada olağandır. Araştırmacı, çoğu zaman bir içerden biri olma statüsüne yönelik bir iddiayla, katılımcılarla ne tür ortaklıklara sahip olduğunu tarif eder. Örneğin, Back (1996) insanlarla ilgili bağlantılarını çalışma, konut ve yetiştirilme tarzı üzerinden etnografik çalışmasını yürüttüğü alan vasıtasıyla anlatır. Bununla birlikte daha da önemlisi, cinsel ve ırksal farklılığın veri toplama sürecinde bir mesele teşkil ettiğini ve analizle ilgililiğini açıkça göstermek için katılımcılarla ortaklaşmadığı şeylere de açıklık getirir. Benzer şekilde Wetherell ve Potter (1992) da katılımcılar ile araştırmacılardan birinin ortak milliyetine işaret ederler, fakat yine de bu ‘aynılığın’ sınırlarını kabul ederler. O halde, özetle içerden biri olma statüsü çekici bir iddia olabilir ama çeşitli tuzakları vardır. Durumun benzerlikleri kadar önemli olabilecek kaçınılmaz farklılıkları önemsizleştirebilir. Ayrıca, akademik araştırmacı ile gönüllü katılımcıların eşit olduklarını ima ederek bunlar arasındaki güç ilişkilerini gizleyebilir (bkz. Birinci Bölüm). Son olarak en büyük tehlike araştırmacının içerden biri olma statüsünün kendisine gerçekten ‘bilme’ olanağı sağlayacağını önermesiyle bir hakikat iddiasına yanaşabilmesidir. 
Yorumun kalitesini kabul ettirmenin bir diğer yolu üye kontrolü veya ‘üye geçerliliği’ (Seale, 1999, s.61) ya da ‘cevaplayıcı geçerliliği’ (Mason, 1996, s.151) aracılığıyladır. Riesmann, bu metoddan uygunluk  diye söz eder (1993, s.67, yukarıya bkz.). Hangi terim kullanılırsa kullanılsın, araştırmacının katılımcılardan çalışmaya dair geribildirim alması anlamına gelir. Katılımcılardan, tamamlanmış araştırma raporuna veya özel olarak araştırmanın bulguları ve iddiaları üzerine yazılmış bir rapora yorum yapmaları istenebilir. Mülakat yazıdökümleri gibi kendi katkılarıyla ilgili materyaller verilebilir. Araştırmanın katılımcılara ‘geri dönmesi’ akla yatkın görünmekle birlikte bu yöntem bir değerlendirme biçimi olarak problemlidir çünkü hakikat iddialarına dolaylı bir dönüşü içerir. Eğer bir yorum bir hakikat olarak değil de belirli bir teoriye dayanan bir analiz olarak sunuluyorsa, akademik-olmayan katılımcıların onu değerlendirmesi için özellikle işe koşulması için herhangi bir gerekçe yoktur. Bir yazıdöküm düzeyinde bile katılımcıdan şeffaf bir kayda değil de bir inşaya yorum yapması istenir (bkz. Birinci Bölüm). Eğer mesele en yüzeysel düzeyde neyin söylenmiş olduğunu doğrulamaksa, bu söylenen kayıtla kontrol edilebilir: konuşmacının kullandığı kelimeleri tam olarak hatırlaması olası değildir. Fakat her durumda konuşmacının yazıdökümünü onaylaması, yorumun ‘kanıtı’ veya ‘kanıtlanmayışı’ olamaz. Bu, araştırma materyallerini katılımcılara geri döndürmek için başka sebepler olamayacağını söylemek anlamına gelmez. Riessman, bunun politik olarak önemli olabileceğini dile getirir. Eğer hassas materyaller söz konusuysa projenin başında olduğu gibi bu aşamada da izin istemek için etik bir zemin vardır. Yine de bir değerlendirme biçimi olarak ikna edici değildir. 
Yorumun meşrulaştırılabileceği üçüncü bir vasıta nirengiler yoluyladır. Bu, aynı fenomeni veya problemi araştırmak için birden fazla (illa ki üç tane olmak zorunda değildir) yöntemin ya da veri türünün kullanımını ifade eder. Bir kez daha, bu meşrulaştırmayı üstü kapalı bir hakikat iddiasıyla karıştırmamak önemlidir. Eğer bu tehlikeden kaçınılabilirse, bu yöntem ikna edici bir değerlendirme biçimi olabilir.
Araştırmanın değeri için yorumun özel niteliğine dayalı bu argümanlar, verilerin özel niteliğine dayalı argümanlar olarak da sunulabilir. İçerden biri olarak araştırmacı/mülakatçı, uygun katılımcılara ayrıcalıklı bir erişiminin olduğunu ve serbest tartışmayı cesaretlendirdiğini iddia edebilir. Bir kez daha bu meşrulaştırma bir hakikat iddiasına yani katılımcıların başka bir araştırmacı ile yapacaklarından daha fazla şey bildirdikleri veya ifşa ettikleri yönünde bir fikre yaklaşabilir. Burada gazeteci röportajlarıyla apaçık fakat kabul edilemez bir örtüşme vardır. Araştırmanın değerine ilişkin bu argümanlar, çoğu zaman otantikliğe gönderme yapar. Atkinson ve Silverman (1997) araştırma mülakatlarına ilişkin bu iddianın, yalnızca uygunsuz bir şekilde ‘Romantik’ olmakla kalmadığını aynı zamanda bireyin doğası (özellikle bireye içkin olarak benlik ve öznellik) hakkında, araştırmanın diğer öncülleriyle çatışabilecek keşfedilmemiş varsayımlar içerebileceğini söylerler. Bu durum söylemsel psikoloji alanı içine konumlanmış analizler için özellikle problem taşıyabilir (bkz. Dördüncü ve Beşinci Bölüm). 
Kaliteye dair, söylem analiziyle özellikle ilişkili özel bir iddia da yazıdökümünün kalitesi veya ayrıntısıdır. Bu, Birinci Bölüm’de tartışılmıştı. Verilen örnek yazı dökümlerinden biri (4. Alıntı) Seale ve Silverman’ın (1997) makalesindendi. Makalede yazarlar aynı konuşma parçasının iki yazıdökümünü verip birincisinin tamamlanmış olan yazı dökümünün etkileşim içinde daha dolu olan ikinci yazı dökümünün ortaya serebildiği olayları belirsizleştirdiğini öne sürerler. Yazı dökümü bir doktor ile hastası arasındaki konuşmadır. Çekişme konusu, hastanın doktorun hastalığının ciddiyeti hakkında ona anlattıklarını anlayıp anlamadığıdır.  Daha dolu yazı dökümü, anlatılanın en az düzeyde ama kesinlikle anlaşıldığını ortaya sermektedir. Hasta söyleneni duyduğunu onaylamaktadır. Dolayısıyla daha dolu olan yazı dökümü olayların belli bir izahını yani doktorun bilgilendirdiği hastanın da bu bilgiyi aldığını geçerli kılmaktadır. Buradaki tartışma ikinci yazı dökümünün sadece daha ayrıntılı olduğu için daha iyi olduğu ki önemlidir, değildir. İşaret edilmesi gereken özel nokta bu açıklamayı hastanın kendisinin destekliyor olmasıdır: verilen bilginin alındığını hastanın aldığını onaylamasından dolayı kabul edebiliriz. Yazı dökümü bir geçerlilik formu gibi çalışır çünkü yeteri kadar ayrıntılıdır ve olup biteni yakalaması mümkündür. Bu konuşma analistlerinin iddia ettikleri geçerliliğe bir örnektir (bkz. 2.Bölüm). Konuşmanın, yeteri kadar aslına yakın yazıya dökümüyle konuşmacıların birbirlerine göre nasıl yöneldiklerini ortaya çıkartabileceklerini öne sürerler. Bir başka ifade ile 1.Bölümde de işaret edildiği üzere bu analiz açıklama konumuna oturtulmaz, gerçeklik statüsüyle beraber keşfetme konumundadır çünkü bizzat katılımcıların kendileri tarafından kendi yönelimleriyle geçerli kılınmışlardır.
Veriler ve de otantik olmakla ilgili öne sürülebilecek bir başka iddia da verinin ya da projenin bir bütün olarak ilgili oluşudur. İlgili olma genelde, araştırma konusu ile yaygın şekilde kamusallaşmış sosyal bir mesele ya da siyasi olay arasında bir bağlantının olduğu anlamına gelir. Bu iddia da genelde analizlerin akademik yayınlarında girişte ya da sonuç kısmında yapılır ve kabul görmüş ve de ikna edici bir üslup özelliğidir. Bununla birlikte bunun analizin önemine dair başlı başına yeterli bir tartışma olmadığını fark etmek önemlidir.
Son olarak burada analizin önemi hakkında kullanışlılığına göre birçok tartışma ileri sürülebilir. Bunlardan biri (verimlilik tartışmasında ve faydacı kullanımda ima edildiği üzere) akademik şartlardaki kullanışlılığıdır:  veri analizi yeni teori ve de hipotezler ortaya çıkartabilir (Seale ve Silverman, 1997 s.380). Önceki analizlerle ve şimdi çalışılmakta olandan başka ortamlarla ilişkili açıklamalarda dâhil olmak üzere özgün ve yeni açıklamalar sağlayabilir (Potter ve Wetherell, 1987, s.171). Başka ortamlarla ilgili kullanımı ‘devredilebilirlik’ olarak tarif edilir, genelleme kavramına yakın düşer (bkz: Seale,1999 s/45). Bir başka mesele arz eden tartışma ise bu araştırmanın ‘gerçek dünya’ şartlarındaki kullanışlılığıdır. Bu tartışmalar araştırmanın uygulanabilirliği ile ilişkilidir ve gelecek kısımda bu tartışılacak.
Bu kısımda niteliksel analizde özelliklede söylem analizinde kullanılan değerlendirme biçimlerinin bazıları gözden geçirildi. Üzerinde anlaşmaya varılmış kriterlerin yokluğunda her bir çalışmanın önemine dair tartışma sunma sorumluluğunun yazarda olduğu öne sürüldü. Bu, önceki kısımlarda tartışılan daha teorik payandalar kadar genelde veri toplama ve analiz sürecinin ayrıntılı açıklamasının sağlanmasını da gerektirecektir. Son olarak, değerlendirme akademik cemaati ikna yoluyla işler. Birinci bölüm, 1.Kısım’da işaret edilmişti, Seale ve Silverman’ın (1997 s/380) uyardığı ‘metodolojik anarşi’ uygulamada akademiye hâkim değildir. Konferanslardaki geri bildirim süreçleri, akademik dergilerde dikkatli gözden geçirmeler mükemmel değildir ve bazen de duygusaldır, bununla birlikte araştırma değerlendirmesi üzerinde bir sözbirliğinin olduğunu öne sürerek, oldukça verimli bir şekilde işlemeye devam etmektedir. Gerekenler özellikle sosyal bilim disiplinine göre değişiklik göstermektedir ama araştırmacılar çalışmalarının önemi üzerinde gözden geçirenleri ikna ederler ve edebilirler. Bu süreçler nihayetinde söylem analizi araştırmasının merkezinde olan diğer alanlarda süregiden değerleri pekiştirme ya da meydan okuma çekişmelerinin bir parçası olarak açıklanabilir.

3. Uygulamalar
Bölümün bu son kısmı akademisyenlerin yönettiği söylem analizi araştırmasının potansiyel uygulamaları üzerinde durmaktadır. Bu kısım bu gibi araştırmalarla elde edilen bilginin akademi dışında kullanıma nasıl sokulabildiği ile ilgilenmektedir. Bu tabii ki tüm bilim adamlarının derdidir. İlaveten söylem analizi araştırmasının uygulaması etrafında belirli meseleler dönmektedir.
Bloor (1997) araştırma bulgularının (özellikle sosyolojik araştırmanın) topluma en iyi nasıl geri döndürülebileceğini tartışır. Akademisyenler siyaset üretenleri etkilemeli midirler mesela? Bir seçenek olarak araştırmacıların uygulamaya koyanları hem araştırmaya denek ya da katılımcı olarak dâhil olanları hem de bulguları okuyanları daha doğrudan etkilemeye teşebbüs etmesini önerir. Dâhil olduğu iki projede bunun nasıl yapıldığını tarif etmektedir. Birincisi Glasgow’lu erkek fahişelerin incelenmesiydi. Araştırmacılar yürüttükleri araştırmayı, katılımcılarına kondom, HIV hakkında broşür dağıtmakla, danışma servislerinin telefon numaralarını vermekle birleştirmişlerdi. Projenin aynı zamanda siyasî çıkarımları da vardı tabii, hizmete ihtiyacı olan bir grup belirleyip, nasıl temasa geçileceğini gösteren pilot bir sosyal yardım projesi olarak iş görmüştü. Ama çok daha yeni cephesi uygulamacıları doğrudan etkilemeye teşebbüs etmesiydi. Bloor’un ikinci projesi çeşitli türden terapötik toplulukların mukayeseli bir incelemesiydi. Bu durumda araştırmacılar, inceledikleri farklı topluluklardaki bulgularını ekibe sunarak, özellikle etkili olduğunu gözledikleri çeşitli uygulamaları tavsiye ederek uygulamacılarına hitap ettiler.
Bloor’un anlattığı iki çalışma etnografik çalışmadır söylem analizi çalışması değildir. Ama özellikle ilginçtirler çünkü çoğu söylem analizi projesi gibi niteliksel çalışmalardır. Pratikte siyaset üreticilerinin niteliksel araştırmadan niceliksel olana göre daha az etkilendikleri iddia edilir. Teoride meşrulaştırmanın ve de temsiliyete dair çifte krizin de (1.Bölüm 1.2 Kısım) araştırmanın uygulanmasına etkisi vardır. Birinci bölümden, bu krizin pozitivist ve postpozitivist gelenekten çeşitli önemli varsayımların reddiyesi ile bağlantılı olduğunu hatırlayacaksınız. Bu gelenek önce uygun yöntemlerin kullanımıyla bir araştırmacının nedensel ilişkileri tanımlayabileceğini, bu bilgiyi gerçek dünya meselelerine doğru tahmin ve müdahaleler vasıtasıyla uygulamayı mümkün kılabileceğini varsayar. Bir diğer varsayımı bilginin nötr olduğudur, onu toplayan belli araştırmacıdan etkilenmediği ve geniş bağlamlara genellenebilir olduğudur. Eğer bu varsayımlar reddedilir ise araştırmacılara arzu edilen sonuçları ortaya çıkarması için müdahale etmelerini önermek çelişkili görünebilir. Eğer açıklamanın statüsünü statik ve dayanıklı bir gerçekliğin nötr temsili olarak reddederlerse bunu farklı bağlamlara uygulamak mesele olabilir. Öyleyse pozitivist ve postpozitivist geleneğin dışındaki araştırmacılar bulgularının uygulamasını nasıl iddia edebilirler? 
Bu kuşkular bazı yazarları uygulamanın mümkün olmadığı sonucuna varmalarına yol açmıştır. Bu yazarlar sosyal bilimlerdeki niteliksel araştırmacıların toplumu değiştirmekten çok anlamları inceleyip kavramak gibi görece ılımlı amaçları olduğunu öne sürerler. Yanısıra niteliksel araştırmanın, muhtemelen ‘sabit’ niceliksel yöntemleri kullanacak başka türden bir projenin takip etmesi gereken bir pilot çalışma, bir hazırlık olarak çok kullanışlı olduğu da söylenmiştir. Bununla birlikte bu son pozisyon çelişkili gibidir. Göstermeye çalıştığım üzere araştırma pratikleri, araştırmacının projeyi teorileştirmesinden doğar ve bununla sınırlandırılır. Bu durumda niteliksel yöntemlerden niceliksel yöntemlere dönüşüm,  ilgili varsayımların mantıksız gözükse de değişmesini icap ettirir.
Diğer araştırmacılar araştırmanın yine de uygulaması olabileceğini ama başka türden uygulamaları olabileceğini öne süreceklerdir. Üçüncü bir konum ki açıkça ya da gizli bir şekilde çoğu söylem analistinin aldığı konuma en yakın olanıdır, Martyn Hammersley’nin (1992) ‘inceden gerçekçilik’ diye tarif ettiği konumdur. Bu konum, dünya gerçekliğine dair belli nötr bir bilgimizin olamayacağını kabul eder ama ‘geçerli olduğundan makul ölçüde emin olduğumuz inançlar’ (s/50) statüsüyle beraber bir bilgimiz olabileceğini öne sürer. Dolayısıyla araştırmacılar bulgularının duruma yerleşik, kısmî ve şans eseri olduğunu kabul edebilir ama yine de gelecekteki uygulamalar ve diğer bağlamlar için çıkarımlara sahip olduklarını da öne sürebilirler.
Öyleyse söylem analizinin muhtemel uygulamaları nelerdir? Değişik yazar ve araştırmacıların önerileri üst üste gelme eğilimi taşıyan iki geniş alana bölünebilir. Birincisi bazı söylem analizi çalışmaları değişikliği ortaya çıkartacak farklı uygulamalar ve farklı müdahaleler için tavsiyeler üretmektedir. İkincisi söylem analizinin eleştirel statüsünden ileri gelen uygulamalar vardır: bir başka ifade ile eleştirinin soyut bir faaliyet olmayıp pratik ve manidar sonuçları olduğunu tartışmaktadır.
Çok daha doğrudan müdahale önerilerinin bazılarını tartışarak işe başlayacağım. Konuşma analizi geleneğinde çalışan söylem analistleri (bkz: İkinci Bölüm) açık seçik uygulamaları olan bir dizi çalışma yürütmüştür. Hem Anssi Perakyla hem de David Silverman HIV danışmanlık oturumlarının analizlerine dayanarak tavsiyelerde bulunmaktadırlar. Sözgelimi Silverman (1997) standart bir danışmanlık tekniğinin (tekrar) etkisini belirlemekte ve danışmanlık etkileşimi içeresindeki farklı işlevlerini göstermektedir. Perakyla (1995) danışmanların belirli bir teoriye (aile sistem teorisine) dayanan teknikler kullandığı HIV pozitif hastalarla yapılan oturumları incelemiştir. Bulguları bu tekniklerin geçerliliğini (terapötik geçerlilikten ziyade danışmanlık ortamı içindeki geçerliliği) değerlendirebilmesini mümkün kılmış ve daha da geliştirilmesi için önerilerde bulunmuştur. Dolayısıyla gelecekteki danışmanların eğitimine bu bulgular uygulanabilir.
Aynı gelenekten gelen diğer analistler analizlerini, çalışma ortam ve de donanımlarının düzenlenmesinde, eğitimde önerilerde bulunmak için bir işyeri bağlamında ortaya çıkan çoklu etkileşimlere ve uygulamalara kadar genişletmişlerdir. Sözgelimi Suchman ve diğerleri bir havaalanının işlem odasını (Suchman ve ark. 1999), Harper ve Hughes (1993) hava trafik kontrolündeki etkileşimleri analiz etmişlerdir.
Konuşma analizine daha az referansla, Willig (1999, s.16) söylem analizi araştırmasının beş tip uygulamasının olduğunu bunlardan üçünün eleştiri ile yakından bağlantılı olduğunu öne sürmektedir. Birincisi genellikle pek duyulmamış alternatif inşalara ya da versiyonlara alan açmak için kullanılan söylem analizi araştırmasıdır, ikincisi kampanyada, stratejileri bildirmek için ve üçüncüsü araştırmanın geleneksel kullanıldığı şekliyle, bir pozisyonu ya da tartışmayı desteklemek için kulis oluşturmakta kullanılan söylem analizi araştırmasıdır. 
Willig’in öne sürdüğü biraz farklı bir uygulama olan dördüncüsü, terapötik müdahalelerle hem terapinin kurulu biçimlerine direnmek hem de alternatiflerini geliştirmek için kullanılan söylem analizi araştırmasıdır. Silverman’ın ve Perakyla’nın bu alandaki çalışmalarına biraz önce değinmiştim. Analizlerin uygulamalarından ziyade içeriklerine daha fazla odaklanan analizleri takiben Gergen(1994) bu ‘inceden gerçekçiliği’ ve de geleneksel psikoterapilerle birleştirilen olumsuz pozisyonları eleştirir. Sosyal inşacı terapiler bu söylemden kaçınmayı ve söylemsel teknikleri olumlu şekilde kullanmayı amaçlar (bk.McNamee ve Gergen,1992). Benzer şekilde Brown (1999), strese dair kendi kendine yardım kitapları hakkında yaptığı analizin bulgularının sözgelimi işyerinde sorumluluğa dair belli yerleşik açıklama ve atıflara direnmekte ve stres hakkında yeni ve farklı popüler metinlerin yazılmasında kullanılabileceğini öne sürer.
Willig’in beşinci uygulaması, eğitim, belli söylemlere ve söylemsel konumlandırmalara direnme amacının ayrıntılı bir hazırlığıdır. Willig sözgelimi cinsellik eğitiminin, eninde sonunda yeni davranışlara yol göstermesi amacıyla ‘cinsel faaliyeti yetkisizleştiren inşalarına’ ve de kadının cinselliğini yetkisizleştiren inşalarına karşı koyabileceğini öne sürer. Resmî eğitim bağlamının dışında, Auburn ve ark. (1999) yaptıkları polis görüşmelerinin analizlerinin, ‘gayler, sivil özgürlük organizasyonları, zihin sağlığı organizasyonları, hayvan hakları organizasyonları ve sendikalar gibi gruplar’ (s/62) için eğitim materyallerini bilgilendirebileceğini öne sürerler.
Bazı yazarların söylem analizi araştırmasına, doğrudan müdahale açısından değil de eleştirel statüsüyle ilişkisine göre baktıklarını söylemiştim. Eleştirinin temel ve de planlı etkisi, statükoyu özellikle kurulu otoritelere karşı koyarak ve kabul gören bilgeliği çürüterek gözden düşürmektir. Sözgelimi eleştirel söylem analizi olarak ya da ESA olarak bilinen alanda çalışanların esas ilgileri, hükümran oluşun söylemsel olarak nasıl kurulduğunu sorgulamak ve de ortaya çıkarmaktır (van Dijk, 1993 s.249). Fairclough, Altıncı Bölümde, bunun yapılabileceği pratik yolları tartışır. Aynı ilgi birçok ESA çalışmasının, medyayı (Fairclough,1995), meclis konuşmalarını (van Dijk,1993), ve milliyetçiliği (de Cillia ve ark. 1999) kapsayan konu ve de verilerine de yansır. Benzer meraklar söylem analizinin diğer alanlarında da işlemektedir. Birçok örnekten birkaçı Avusturalya’daki (Augoustinos ve ark.,1999), Yeni Zelanda’daki (Wetherell ve Potter, 1992) ve Güney Afrika’daki (Dixon ve ark. 1997) ırkçılığı ve politik ideolojileri (Lynch ve Bogen, 1996) araştıran incelemelerdir. Eleştiri sık sık gizil bir değişim önerisi taşır: Rose’un (1985) okulların öğrencileri nasıl kategorize ettiğine dair IQ testinin gelişimini de kapsayan jenealojik çalışmalarında ve aynı zamanda Mehan’ın okul bağlamında öğrenci ‘problemini’ değerlendirme sürecinde bir psikoloğun otoritesini ortaya çıkaran konuşmanın çok farklı analizinde durum budur (Mehan, 1996,Wetherell ve ark,2001’de 25.Okuma olarak yeniden basıldı).
Eleştirinin değişim işi görebileceği farklı ama ilişkili bir başka yol da yetkilendirme biçimidir. Eleştirel bir analiz, farkındalığı yükseltmeyi ve de daha önceden inkâr edileni ya da olumsuz bir şekilde değerlendirileni meşrulaştırmayı amaçlayabilir (sözgelimi homoseksüellik için bkz.Weeks, 1981). Bunu, bir fikir birliğinin nasıl gelişigüzel ya da görece saçma şartlarla kurulduğunu gösteren jeneolojik çalışma yolunu da kapsayan olumsuz çağrışımları çözerek yapabilir. Bilinen meşhur örneği Foucault’nun deliliğin olumsuz çağrışımlarının kısmen de olsa izinin, her ikisinde de acı çeken hastaları için ayrı binaların kullanılmış olması sebebiyle veba damgasına kadar sürülebileceğini öne sürdüğü delilik çalışmasıdır (1971).Yetkilendirme, daha önceden sesi işitilmeyenlere Birinci Bölümde de işaret edildiği gibi bir ses sunma yoluyla beraberinde taşınabilir. Bununla birlikte orada da işaret ettiğim gibi analist diğerleri hakkında konuşma iddiasında mutlaka dikkatli olmalıdır.
İkna ediciliği daha az olsa da güçlendirmeye niyetlenen söylem analizlerinin eninde sonunda tersi sonuç taşıdığı da iddia edilmiştir. Öne sürülen, baskılanan gruplarla çalışmalar grupları ‘farklı kısıtlayıcı söylemlere tıkmakla sonlanabileceğidir’ (Willig,1999 s/9). Aslında söylem analizi çalışmaları bu gibi ‘tıkılmaların’ nasıl ortaya çıktığını da gösterebilir. Sözgelimi Taylor ve Wetherell (1999) ve Wetherell ve Potter (1992)yöreye özgülüğün kültürün söylemlerini kullanan görünür olumlu (yeniden)inşasının olumsuz olabileceğini göstermektedirler çünkü yörenin insanlarını geçmişe ait insanlar şeklinde konumlandırmaya çalışabilir dolayısıyla da onları ekonomik ve de siyasi olarak dışlamaya çalışabilir. Ama bu, ırkçılık söylemlerine karşı kültürü daha olumlu alternatifler olarak düzenleyerek yükselten meydan okumalar da dahil, eleştiri ve değişime karşı bir argüman değildir. Daha çok, inşa, eleştiri ve karşı inşa süreçlerinin süregiden dinamik doğasının bir hatırlatıcısıdır. Söylem analizi araştırma bulgularının ve de herhangi türden bir araştırma bulgusunun kaçınılmaz surette ortama ve de şartlara yerleşik olduğunu vurgulamaktadır. Dünün eleştirisi belki artık amaca uygun değildir ve özgürleştirici söylemler her zaman düzen bozucu olabilir. Sözgelimi kurumsal akıl hastaneleri hakkındaki eleştiriler, Toplum İçinde Bakım siyasetinin itibarını düşürmeye katkıda bulunan maliyet azaltıcı kararlar hakkındaki siyasî tartışmalara çekilmiştir (Rogers ve Pilgrim, 1996). ‘Siyaseten doğruculuğun’ özgürleştirici olması amaçlanmışsa da bugün ukalaca sınırlayıcı olmakla eleştirilmektedir. Bu sonuçları önceden görmek mümkün değildir. Genelde yine de eleştiri bir problem kabulünü ortaya koymayı, sırrın çözülmesini cesaretlendirmeyi (Taylor, 1994, s/112) ve de yeni alanlar, konumlar ve de olumlu kimlikler için imkân yaratmayı amaçlar. Mücadelenin devam ettiği kabulüyle birlikte yeni fırsatların da açılması planlanır.


Kaynakça

 Atkinson,P.(1990) The Ethnographic Imagination, London,Routledge.
Atkinson,P. Ve Silverman,D.(1997) ‘Kundera’s Immortality:the interview society and the invention of the self’,Qualitative Inquiry, vol.3, 304-25.
Auburn,T.,Lea,S. Ve Drake, S.(1999) ‘ “It’s your opportunity to be truthful”’; disbelief, mundane reasoning and the investigation of crime’ Willig,C. (ed.)Applied Discourse Analysis:Social and Psychological Interventions,Buckingham,Open University Press.
Augoustinos,M.,Tuffin,K. Ve Rapley,M.(1999) ‘Genocide or failure to gel? Racism,history and nationalism in Australian talk’, Discourse and Society, vol.10, 351-78
Back,L.(1996) New Ethnicities and Urban Cultures, London, UCL Press.
Bloor,M.(1997) ‘Addressing social problems through qualitative research’ Silverman (ed.) Qualitatitive Research:Theory, Method and Practice,London,Sage.
Brown,S.(1999) ‘Stress as regimen’ Willig , C. (ed.) Applied Discourse Analysis:Social and Psychological Interventions,Buckingham,Open University Press.
Croghan,R. Ve Miell,D. (1999) ‘Born to abuse? Negotiating identity within an interpretative repertoire of impairment’, British Journal o Social Psychology, vol.38, 315-35.
De Cillia,R.,Reisigl,M ve Wodak,R. (1999) ‘ The discursive construction of national identities’ Discourse and Society, vol.10, 149-73.
De la Rey,C. (1997) ‘on political activism and discourse analysis in South Africa’ Levett,A.,Kottler,A.,Burman,E. ve Parker,I. (eds.) Culture, Power and Difference: Discourse Analysis in South Africa, London, Zed Books.
Denzin,N. Ve Lincoln,Y.(1998) ‘Introduction: entering the field of qualitative research’ Denzin,N ve Lincoln,Y. (eds) The Landscape of Qualitative Research, Thousand Oaks,Sage.
Dixon,J.,Reicher,S. Ve Foster,D. (1997) ‘Ideology,geography,racial exclusion: the squatter camp as “blot on the landscape”’, Text, vol.17, 317-48
Fairclough,N. (1995) Critical Discourse Analysis, London,Longman.
Foucault,M.(1971) Madness and Civilisation: A History of Insanity in the Age of Reason, Tavistock, Routledge.
Gergen,K. (1994). Realities and Relationships: Soundings in Social Construction, Cambridge: MA, Harvard University Press.
Gill,R.(1993) ‘Justifying injustice:broadcasters’ accounts of inequality in radio’, Burman,E ve Parker,I.(eds) Discourse Analytic Research, London,Routledge.
Hammersly,M. (1992) What’s Wrong with Ethnography? Methodological Explorations, London ve New York, Routledge.
Harper,D.(1999) ‘Tablet talk and depot discourse:discourse analysis and psychiatric medication’ Willig,C.(ed.) Applied Discourse Analysis:Social and Psychological Interventions, Buckingham, Open University Press.
Harper,R.H.R. ve Hughes,J.A. (1993) “ ‘What a f-ing system! send ‘em all to the same place and then expect us to stop ‘em hitting”:making technology work in air traffic control’ Burton, G.(ed.) Technology in Working Order:Studies of Work,Interaction and Technology, London ve New York, Routledge.
Lynch,M. Ve Bogen,D. (1996) The Spectacle of History:Speech,Text and Memory at the Iran-Contra Hearings, Durham:NC ve London,Duke University Press.
Mason,J. (1996) Qualitative Researching. London,Sage.
McNamee,S ve Gergen,K.(eds) (1992) Therapy as Social Construction, London,Sage.
Mehan,H. (1996) ‘The construction of an LD student: a case study in the politics of representation’ Silverstein,M ve Urban,G.(eds) National Histories Discourse, Chicago, University of Chicago Press.
Perakyla,A. (1995) AIDS Counselling:Institutional Interaction and Clinical Practice, Cambridge, Cambridge University Press.
Potter,J ve Wetherell,M.(1987) Discourse ans Social Psychology:Beyond Attitudes and Behaviour, London,Sage.
Rogers,A. Ve Pilgrim,D. (1996) Mental Health Policy in Britain:A Critical Introduction, Basingstoke, Mcmillian.
Reissman, C. (1993) Narrative Analysis,Newbury Park:CA,Sage.
Seale,C.(1999) The Quality of Qualitative Research, London,Sage.
Seale,C. Ve Silverman,D. (1997) ‘Ensuring rigour in qualitative research’, European Journal of Public Health, vol.7, 379-84.
Silverman,D. (1997) Discourses of Counselling: HIV Counselling as Social Interaction, London,Sage.
Suchman,L.,Blomberg,J. ve Trigg,R. (1999) ‘Reconstructing Technologies as social practice’, American Behavioural Scientist, vol.43, 392-408.
Taylor,M.(1994) ‘Action research’ Banister,P., Burman,E.,Parker,I., Taylor,M.ve Tindall,C.(eds) Qualitative Methods in Psychology: A Resaerch Guide, Buckingham,Open University Press.
Taylor,S. Ve Wetherell,M. (1999) ‘A suitable time and place:speakers’ use of ‘time’ to do discursive work in narratives of nation and personal life’ Time and Society, vol.8 39-58.
Van Dijk,T.(1993) ‘Principles of critical discourse analysis’, Discourse and Society, Vol.4 249-83.
Weeks,J. (1981) Sex, Politics and Society:The Regulation of Sexuality Since 1800, London, Longman.
Wetherell,M. Ve Potter, J. (1992) Mapping the Language of Racism, Hemel Hempstead, Harvester Wheatsheaf.
Willig, C. (1999) ‘Introduction: making a difference Willig,C. (ed.)Applied Discourse Analysis:Social and Psychological Interventions,Buckingham,Open University Press.









Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.